29 Kasım 2014 Cumartesi

İçimdeki not doyumsuzluğu kış kış içimden çık

Hiç unutmam ben küçükken babamda bir not doyumsuzluğu vardı. Bir yazılı yada sınav olacağı günü hiç durmaz çalışır o gece sabaha kadar ders çalışırdım. Sonuçlar açıkladığında ise hemen koşa koşa babamın yanına gider:
Ben:Baba matematik, Türkçe vb. sınavım sonuçları okundu?
Babam: Kaç aldın?
Ben: 85
Babam çok az neden çalışmadın? (nee çalışmadım mı! İnsaf be baba sende bilyon ki sabahlara kadar ders çalıştım. Ne yapayım sorular çok zordu. Herkes düşük puan aldı. Diye içten geçirir, sessiz sessiz babama kızar, sonrada boynumu büker giderdim.)

Babam benim kahramanımdı ya, illaki ondan takdir alcamya her sınav sonucunda bu şekilde yapar 85 ve üstü aldığımda babamın yanına koşup sınav sonucumu söylerdim. Üstelik babam her seferinde bana neden bu kadar aldın? gibi sorular sorup notum dan memnun olmayacağını bildiğim halde.

Hayır 85 üstü aldığımda sevinse, yine sevinmezdi 95 alsam bu sefer neden 100 değilde 95 benim kızım 100 almalı derdi. 100 aldığımda ise önce ağzının ucu ile bir aferin der sonra hemen senden başka 100 alan oldu mu? Kaç kişi 100 aldı? Adları ne gibi sorular sorardı. 100 aldığım zaman benden başka 100 almış varsa yine mutsuz olurdu. Babama göre o sınıfta tek 100 alan kişi ben olmalı idim. Ancak o zaman çok mutlu olur benim yüzümden öper ve bana sıkı sıkı sarılırdı. Bende onun beni takdir edip öpüp sarılmasını çok sever ve babamın bu şekilde takdirini almak için elimden geleni yapardım. Hatta sırf bu yüzden sınavlarda arkadaşlarıma kopya dahi vermezdim ki onlar benim gibi 100 almasın diye. :) Hoca çok serbest, kopya çekilmeye sınıf çok müsait olursa o zamanda tembel arkadaşlarıma kopya verirdim. Onlar nasıl olsa 100 alamaz diye. Onda da en fazla 2 bilemedin 3 soru kopyesi verirdim.

Babamın bu not doyumsuzluğu benim beynime öyle bir işlenmiş ki resmen içime girmiş olsa gerek ki, geçen sene bende aynen babam gibi oğlumun 80 ve 85 li notlarına kızar neden az aldın diye tavırlar yapardım. Sonra kendi kendime düşündüm ki ben ne yapıyorum. Babamın bana yaptığı şeyi bende ona uyguluyorum. Bırak çocuk kaç alırsa alsın sen onun notlarından mutlu ol daha fazla çalışması için teşvik edeceksen bu şekilde değil daha farklı yollarda yap diye. Kendi kendime kızdım. Ve irkildim kendime geldim.

Bu sene Allah'a şükür ki o not doyumsuzluğu huyumu tamamen üzerimden attım. Dün oğlum 85 almış, akşam üzeri onu okuldan alıp eve geldiğimiz zaman yolda söyledi.
Emir: Anne sınavdan 85 aldım.
 Ben: Aferin oğlum, çalışkan oğluşum benim diyerek kafasını okşadım.
Emir: Anne sen eskiden neden 100 almadın diye kızardın ne oldu? dedi...
Ben: Evet oğlum haklısın o zaman çok büyük hata yapıyormuşum. Hatamı şimdi anladım artık bundan sonra yapmayacağım.
Emir: Anne, anneler hata yapmaz ki? 
Bu sözünden sonra anladım ki oda beni rol modeli olarak alıyor. Ona göre ben hiç hata yapmam, hatta her şeyin en iyisini bilirim olarak biliyor. Geçenlerde bir soruda takılmış soruya baktım bende hatırlayamadım.''oğlum ben bu soruyu bilmiyorum git defterin yada kitabından bakta ona göre çöz dedim. Oda anne anneler her şeyi bilir. Sen bu soruyu bilirsin. Lütfen bana da nasıl yapıldığını göster demesin mi? Neyse ki tamam biliyorum ama unutmuşum sen o dersin kitabını bana bir getir dedim de sonra kitaptan bakıp öğrenip oğluma anlattım.'' da oğlumun gözündeki karizmamı çizdirmedim. :)

Şuanda içimdeki o not doyumsuzluğu yok, bu şekilde gayet huzurlu vede sakinim. Umarım bir daha hiç gelmezde bende bu hayatı ne oğullarıma nede kendime rezil etmeden mutlu mesut yaşar gideriz. ;)


Bu şekilde ödev yapıp sınav çalışan çocuğa neden not doyumsuzluğu göstereyim ki(!)

Hoşça kalın.


27 Kasım 2014 Perşembe

YURDUM KADININ ALIŞMADIK ELİNDE ELDİVEN DURMAZMIŞ ;)

Büyük evin mi var derdin var!.. Evet bunu ben uydurdum... Tamam yakınmaya biraz erken başlamış olabilirim. Ama ben küçük evimde mutlu idim ya :( her şeyden önemlisi iki dakikada önce mutfak bölümünü hallet daha sonra salondaki çocukların yataklarını kaldır evi süpür sil ve son olarak da yatak odasını düzeltim mi topu topu yarım saat bilemedin 1 saatte evimin içi gayet düzenli, derli toplu olurdu. :)

Ama bu evde öylemi? Çocukların yataklarını düzelt, sonra birde bak-ki ders çalışma masası oyun oynama yerleri darma-dağınık içinde köpek eniğini kaybetse bulamaz tarzda dağıtılmış. Bu şekilde bıraksam eminim bir gün sonra onların odası çöp oda olacak :) ''en iyisi mi bu odayı, çöp oda olmadan bir toplayayım'' der, toplarsın sonra bakarsın ki halının üzerinde kırıntılar, kağıt kırptıkları, ıvır zıvır var. Madem bir işe giriştim şimdide süpüreyim der süpür sonrada odanın tozunu almak için silersin. Ohhh be çocukların odası pırıl pırıl oldu. :)


Bir soluklanmak için salona girersin. Birde o ne burası salon olmaktan çıkmış. Hani şu bir çikolata reklamı vardı ya. Hah işte o reklamdaki gibi dağınık seven çocuğun evi gibi olmuş :) Kırlentler, biblolar... vb. gibi yerinde durması gereken her şey, ya yerde yada ters olarak devrilmiş durumda. :( Halı ise bir ucu kapıya diğer ucu ise toprağa bakar gibi. :) Bu salon bu şekilde kalsa olmaz. O zaman çocukların odalarının toplamanın ne anlamı var der ve önce yerdeki şeyleri yerine koyar, süpürür ve silerim. Ohh salonda bitti. Ama benimde omurgamda hafif hafif ağrılar oluşmaya başlar, Bu ağrılar daha fazla şiddetlenmeden mutfağı da ortadan çıkarayım der ve mutfağa girersin... Ve o girişten sonra en az bir saat sonra mutfaktan çıkabilirsin. Ben tokideki evimin hepsini bir saatte temizlerken bu evin sadece mutfak kısmını bir saatte temizleye bilince ben oradaki evimi özle-meyeyim de ne yapayım. :(

 Üstelik mutfağı temizleyince işim bitse yine razıyım, ama nerde!... Yatak odası birde balkonlar var ki evlere şenlik, özellikle açık balkonu her gün yıkasan, her gün toz oluyor. Sen sanırsın dünyanın tozu gelmiş bizim balkona konmuş. O kadar toz nereden gelir hiç anlamam..

İşim bitti mi? Hayırrr hiç biter mi, iki banyo vede tuvaleti unutma. Onları ozanlayıp silmek ise başlı başına zorluk. Birde benim kuzular gibi ellerini yıkarken aynalara su sıçratan yerleri de elleri ile birlikte yıkıyormuş gibi su içinde bırakan çocukların varsa o zaman sana büyük bir geçmiş olsun. Hııı birde tıraş olduktan sonra banyo lavabosunu temizlemeyi devamlı unutan eşler var ki hiç sormayın(!)

Eeee onu temizle, bunu temizle derken bende kide can, patlıcan değil ya. Ellerde olur nasır, belde ise nur topu gibi bir omurga hastalığın olur. Bu duruma canı sıkılan kadın dırdırcı olmasında ne yapsın? Kocanın başının etini yer yok elim acıyor. yok belim acıyor diye. Çıkar yol arayan koca kişisi de hemen ertesi gün sana bir çift eldiven getirir.
-
-Bundan sonra temizlik yaparken bunları giy diye. :)

El mahkum, yerleri silerken, lavaboyu silerken giymeye çalışırım. Ama ben yurdum kadınıyım anam, öyle eldivenler ile iş yapmaya alışmamışım ki benim usul anam-babam usulü olacak. Temizlik yaparken, temizlediğin yerlere ellerin değe değe temizlik yapacaksın ki temizlik yaptığını anlayacaksın. Yoksa öyle elde eldiven ile temizlik yapmak hiiç bana göre değil. Bu arada temizlikten de öte o eldivenler ile yemek yapan kişileri televizyon programlarında görüyorum. İnan o kişilere çok imreniyorum. Öyle güzel kullanıyorlar ki sanki analarının kanında eldiven ile doğmuşlar gibi. :) Bende durum ise çok vahim bir kullanır, iki kullanır sonra alışmadık elde eldiven mi dururmuş der ve çıkarır atarım. :)

Ne yaparsın ne kadar ince, hassas ol sakta bizde bir Türk kadınıyız!... Temizliği, yemeği elle yapacağız ki elimizin lezzeti vede güzelliği o yaptığımız işe değecek. Alla-sen doğru söyle haksız mıyım? ;)



Hoşça kalın.

26 Kasım 2014 Çarşamba

TURBAN HOTEL (Kapadokya gezisi son kısmı)

Kapadokya gezimi, uzun uzun olarak gezdiğim her yerini vede öğrendiğim her ince ayrıntıyı sizler ile paylaştım. Ama tek bir şey paylaş(a)madım. Çünkü an olarak yazacak o kadar çok şey vardı ki geçmiş olan o tatili yazmaktansa anı yazmak bana daha cazip geldi ve otel bilgisini biraz erteledim. Ama sürekli aklımda idi. Çünkü hemen hemene her tatilde gezdiğim yerleri yazdıktan sonra hemen arkasında kaldığım otel yada ev hakkında bilgide veriyorum. Bu tatil gezimin arkasından da kaldığım yer hakkında bir yazı hazırlamak istiyordum. Veee hazırladım. :)

Turban Hotelde kaldım...



Turban hotel, geniş bir arazi üzerine kurulmuş, ikişer katlı bir apartman şeklinde yapılmış bloklar hallinde olan çevre düzenlemesi vede yüzme havuzu ve hamamı olan güzel bir otel.


Odasında mini bir dolap, havlular, televizyon, saç kurutma makinesi gibi tüm araç ve gereçler vardı tek olmayan terlikleri idi.
.

Sabah kahvaltısı vede akşam yemeği açık büfe idi. İstediğin kadar istediğin çeşitleri yemek için kendin bir servis tabağı alıp, alabilirsin. Ekmek vede yiyecekler ücretsiz sadece içecekler ücretli. Otelin çıkışında onun ücretini de otel ücreti haricinde istiyorlar.


Akşam yemeğinde balık, et ve tavuk olmak üzere üç çeşit et çeşidi var, kırmızı etçi eş kişisi et, beyaz etçi ben ise balık yedim. Bu arada buğulama balıkları çok lezzetli yapıyorlar, ba-yıl-dım... :)


Otel, Ürgüp'ün merkezine çok yakın bir yerde olduğu için akşam yemeğini yedikten sonra isterseniz yürüyerek Ürgüp'ü gezmeye gidebilirsiniz. Burada da Mustafa Ceceli konserine giderken...


Kapadokya'yı gezdikten sonra yorgunluğunu atmak vede serinlemek için, gün içinde tüm saat serbest olan, istediğin zamanda gidip girebileceğin bir yüzme havuzu var. Hemen yanında da çocuk havuzu var. Sabah vakti ise genellikle boş oluyor. Kocişko boş olan havuzun keyfini çıkartırken...


O havuzun keyfini çıkartırken bende bir şezlongda serin serin sesiz ortamda kitabımı okudum.. Ohhh mis gibi doğa havası eşliğinde kitap okumak gibisi var mı diye daha önceden demiştim demi?. :)



Otel çevresi düzenlemesine bayıldım, özellikle çimleri her gün biçen ve bakımını yapan bir tane görevli vardı. O sebepten etrafı tertemiz vede çok nezih bir ortamdı.


Ama ben bahçesinde bir tane salıngaç buldum. :) Hazır çocuklarda yokken biraz çocuk olmak hiç fena olmaz diyerek salıngaça atlayıp bol bol sallandım... :)


Arabanız için park edebileceğiniz ota parkı, basket, voleybol oynama yerleri olan çok kullanışlı vede güzel bir yerdi. Biz Turban otel'den memnun olarak ayrıldık. Üstelik ücreti de yanılmıyorsam tek kişi her şey dahil sabah ve akşam yemeği de içinde 120 TL idi...

Hoşça kalın.



24 Kasım 2014 Pazartesi

FRANKENSTEİN'Lİ BİR GECE

Hafta sonu, boş olan salonda ne yapılır ki diye kara kara düşünürken... Aklımıza film izlemek geldi. Eeee madem film izleyeceğiz o zaman ben bir koşu gidip mutfaktan mısır patlatayım. Sonra ışıkları da kapatırız. Hem zaten sokak lambası direk bizim evimizin karşısında olduğu için ışığı kapatınca dahi tüm salon aydınlık oluyor. Özellikle pencereden sokak lambasının vurduğu sarı los ışık çok romantik bir atmosfer oluşturuyor. O sebepten biz öyle evde romantik bir hava oluşturmak istersek öyle çeşit çeşit mumlar al, sonra o mumları yak gibi şeyler ile uğraşmak yerine direk lambaları kapat alsana romantiklik. Üstelik beleş romantiklik daha ne olsun(!)... :)


Mısır patlatıldı... Işıklarda kapatıldı... Eeee şimdi asıl önemli olan konu film izlenecekti, ama ya hangi film izlenecekti. ben hemen atılıp:
-Çocuklar ile birlikte izleyeceğimize göre animasyon olsun dedim.
Kocişko ve Emir hemen itiraz edip.
-Hayııır olmaz korku yada dövüşlü bir film olsun dediler.
Ben: Olmaz çocuklar korkar animasyon olsun yada komedi olsun diye ısrar ettim. Ama ikisi de birlikte olmaz diye diretirken Emir:
-Ben korkmam, hem zaten Efe de korkmaz ki. demi Efe sende korkmazsın? diye hemen Efe'den tasdik almaya çalıştı.
O sırada Efe işin şımarıklık kısmında olduğu için eline benim patlattığım mısırları alıp sağa ve sola dökerek yiyerek
-Ben korkmammmmmm ben büyüdümmm demesin mi? :)
Ben hemen ona kötü bir bakış atıp sonrada ''mısırları dökme'' diyerek bir ciyakladım.

Ama maalesef ki hiç bir fayda etmedi 3 erkek birleşip korku diye tutturunca el mahkum kabul etmek zorunda kadım.  :( Yok yok bana bir kız evlat şart oldu ben bu 3'ü ile baş edemiyorum. O sebepten devamlı kazanan onlar oluyor. Benim yanımda birtane kız çocuğu olsa idi onları öyle bir alt ederdik ki onlar dahi şaşırırlardı ya !. Neyse diyeyim. :)


Evet ne demiştim korku filmi ararken bizimki. Frankenstein part 1 diye bir film açtı. Sonra bana da
 -Hadi yine iyisin türü korku, dram ve aşk. İçinde aşkta var o sebepten sen bu filmi kesin seversin dedi.
Ama ben yine her zaman ki gibi peşin hükümlülüğümü yapıp:
-İğrenç bir film demeden edemedim. Ama benim huyuma alışık olan eş ve çocuklar:
-Annneeeeee sen hep ilk filim başlayınca öyle diyorsun daha sonrasında filmi çok seviyorsun, kesin bunu da seveceksin dediler...(çocuklar beni çözmüşler)
Haklılardı da film gerçekten de çok sürükleyici vede etkileyiciydi... :) Biz biri bitince devamını merak ettiğimiz için hemen ikisini de izledik. Oda çok güzeldi. Hatta netten araştırınca gördüm ki bu Frankenstein'in  ölümsüzlerinin savaşı diye bir serisi de varmış orada da öldü sanılan o canavar ve Frankenstein dünyaya saldırıyormuş herhalde, ilk fırsatta onu da izlemek istiyorum.

Aslında filmin içeriği hakkında fazla anlatmak istemiyorum. Çünkü istiyorum ki sizde merak edin ve izleyin. Ama yine de kısa olarak değinmek gerekirse bir çocuk bilim adamı olmak ve ölüleri diriltmek konusunu kafaya takıyor. Ve bunun için mutlu olan hayatını hiçe sayıp bilim adamı olmak için uzaklara en yakın arkadaşı ile birlikte gidiyor. Orada bilim hakkında her şeyi öğreniyor da. Hatta bu bilgisini kullanarak ölmüş insanların kol, bacak gibi organlarını birleştirip şimşek kuvveti ile bir yaratık oluşturuyor. Sonrası ise hüsran, o yaratık, bu adamın güzel olan ilişkisini vede hayatını mahvedip. Tüm sevdiklerini öldürüyor...

Şimdi bana bu filme çocuklar ile birlikte hiç bakılır mı? Demeyin. Ben bakmamak için çok uğraştım. Lakin onlar kaşındılar ve izlediler. Hatta bizim ile birlikte ikisine de baktılar, gece ise eşim ile birlikte odalarını sürekli kontrol edince gördük ki hiç kıpırdamadan deliksiz bir uyku uydular öyle her gittiğimizde gördüğümüz üzerlerini açmış halleri o gece hiç olmadı. Bundan sonra Üzerlerini öyle çok açarlarsa hemen bir korku filmi açıp onlara izletmeyi planlıyorum. ;)


Hoşça kalın.

22 Kasım 2014 Cumartesi

İLK KOMŞU MİSAFİRLERİM VE BİR GÜNÜM

Rahmetli dedem ben 10-11 yaşlarında iken evi el süpürgesi ile süpürürken görür ''bak sadece ortada gözüken yerleri değilde yastık arkası vede kanepe arkasını da süpür. Yarın sana dünürcü gelince orta yerleri değilde evin dip bucağına bakarlar'' derdi de. Bende güler geçer ''Aman dede sende ben daha çocuğum ne dünürcüsü'' derdim. :)

Dedemin o sözünü bana hoşgeldine mi yoksa evi teftişe mi geldiği belli olmayan sevgili yeni komşularım sağ olsun çok güzel hatırlattılar. :)

O gün sabah önce eş kişisini işe daha sonra normalde öğlenci olan fakat satranç hevesi uğruna kursa yazıldığı için saat 10.30 da dersi başlayan Emir'i uyandırdım. Buda başka bir yazının konusu olduğu için şimdilik bir şey demiyorum. 

Emir'i uyandırdıktan sonra biz beraber kahvaltı yaparken Efe de uyandı. Sabahları uykudan uyanınca mızmız olan Efe önce:
-Ihh ıhhh ben yumurta istiyorum diyerek mutfağa geldi bende o gün Allah'dan yumurta yapmıştım.
-Gel oğlum yumurta var ye. 
Efe: Ihhhh hayııır yumurta değil tost.
Ben:Tamam bugün abinin okulu için beslenmesinde tost vardı ona yapacağım sana da yaparım.
Efe: Hayıııır tost değil patates kızartması diye vızıldayarak güne başladı...
Ben: Ebenin......... :)

Neyse zor bela onu ikna edip kahvaltı yaptık. Daha sonra ben masayı kaldırmak ile uğraşırken onlarda boş olan salonda ayaklarında futbol topu sağı sola fırlatıp solunu dağıtmak ile uğraşmaya başladılar. Ben onlara....
-Emir yapma, Efe yapma... diyerek bağırarak mutfaktaki işlerimi alel acele bitirdim. Bu arada saat 10.15 olmuş bir 15 dakika sonra Emir'in kursu başlayacak. Emir'e:
-Emir çabuk hazırlan saat geldi!... Diye ciyaklarken.
Emir elinde okul forması ve çorap.
-Anne sen giydir senin giydirmen hoşuma gidiyor. Diyor. (Buda onun beni kandırma taktiği ne zaman bana bir şey yaptıracak olursa bana bu şekilde senin yapman hoşuma gidiyor diyerek bana şirinlik yapar. Gerçi her yaptığında da onun taktiğine düşer yaparım. :) O ayrı bir mesele)

Neyse efendim Emir'i giydir, Efe'yi giydir derken 10 dakikada öyle geçer biz evden bağrış çığrış kendimizi dışarı atarız. Bu sırada okula geç kalan sanki Emir paşa değilde benmişim gibi onun hiç umurunda değil. Genellikle o kardeşi Efe ile didişmek ile uğraşır. 

Haaa bu esnada birde yağmur yağıyor ki sorma her taraf çamur olmuş. Biz tabi evde kendi gürültü vede hazırlanma telaşımız ile uğraştığımız için yağmurun yağdığını dışarı çıkana kadar haberimiz yok. :)

Allah'dan çocukların bere ve atkılarını almıştım da onları sıkı sıkı sarıp hızlı atımlar ile şap şap okulun yolunu tuttuk. Bu arada okul ile ev aramızda mesafe bir 10 dakika yürüme mesafesinde olduğu için hemen okula geldik. Okula gelince Emir'i okula bıraktıktan sonra hiç oyalanmadan tekrar evin yolunu tutuk. Tabi bu esnada çamurlara basmaktan iyice zevk alan Efe:
-Anne kirlenmek güzeldir diyerek çamurların gözüne gözüne basarak gidiyordu.
Bende Allah var içimden ''aman zaten üstü kirlendi temizlenecek o yüzden bir şey demeyim de eğlensin. Biz küçükken nasıldık sanki bizde çamurda oynamaktan zevk almazmıydık'' diye düşündüğüm için pek ses etmedim.

Ama bizim afacan Efe hiç rahat durur mu anneden de fazla tepki almayınca çamurların üzerine basmayı bırakıp atlamaya başlayınca ayağı kaydı ve şappadak çamurun üstüne diz üstü düştü. Sonra bana:
-Annne, annneeee elim üstüm kirlendi diyerek elini gösteriyor. Ben hiç onun o halini önemser miyim. :)
-Efe oğlum hani kirlenmek güzeldi ne oldu bırak kirli kalsın elini de üstüne sil gitsin dedim. :)
bir iki ıhhh ıhhh dedi filan baktı benden hayır yok sessiz sesiz ağlayarak evin yolunu tuttu.

Eve gelince kapıda önce ayakkabılarını çıkarıp tuvalete attım, yıkansın diye. Daha sonra tepeden tırnağa üzerini çıkarıp banyoya atıp, elini yüzünü bir güzel yıkayıp temizledikten sonra, onu giydirip odasına gönderdim. Ben ise önce çamurlu ayakkabıları yıka daha sonra her tarafı çamur olan tuvaleti baştan aşağı bir ozanlayıp yıka.
Sonra madem temizliğe bir kere giriştim tüm işimi biran önce bitirireyim diye düşünerek önce elektrikli süpürge ile tüm evi başta sona kadar süpür sonra elinde bir helke birde bez ile yerleri sil. Sonra çocukların odasına gelip onların oyuncaklarını topla, düzenle. Banyoya gir banyodaki Efe'nin çamurlu kıyafetlerini çamaşır makinesine at sonra banyonun birkaç yerinde çamur izi görünce bu seferde banyoyu baştan aşağı tüm dolaplarda dahil olmak üzere sil ve yıka derken saat geldi 17.00 e
Benim popom hiç oturmadan ölmüş bitmiş halde iken birde kapının zili ötmesin mi!. Eyvah bu kim şimdi derken kapıyı açınca 4 tane kadın karşımda. ben şaşkın şaşkın 'bunlarda kim şimdi' diyerek içimden geçirirken. Onlar:
-Komşu hoş geldin, müsaitsen evine bakmaya geldik. Demesinler mi?. Ben önce bir afalladım içimden ''Buda ne ya şimdi bunlar eve neden bakmaya geldiler ki. Buda yeni mi çıkmış'' derken kendimi toparlayıp.
-Iııı tabi tabi buyurun diyerek eve aldım. Sonra onlara yeni koltuk takımlarımız daha gelmediği için şimdilik mutfakta oturmalarını istedim. Ama onlar birkere kafaya koymuşlarla eve bakmaya geldik diyerek.
-Yok yok biz oturmaya değil eve bakmaya geldik diyerek önce salona (benim üstümde oturuyormuş) o kadın girdi. Gözleri ile önce tavanlardan başlayıp dört döndü daha sonra tabanların her tarafını bir göz gezdirdi. Sonra oradan çıkıp mutfağa girdi mutfağın her tarafını da aynen salondaki gibi gözü ile tek tek gezdikten sonra mutfaktaki çam balkona girip oranında dibini köşesini bir süzdü. Yeminle ben bu evi alacağım zaman o kadın kadar çok eve bakmamıştım. :) Sanki evim satılıkta o almaya gelmiş gibi eve haa birde tabi eve bakarken onun yanında eşyaları da verecekmişiz gibi eşyalara baktı. Diğer 3 kadın ise beni çeneye tutmaya çalışıyor. 'nereden geldiniz? Kaç çocuğun var?... gibi sorular ile'' ben bir yandan diğer kadınların sorularına cevap verirken diğer taraf tanda evi denetleyen mi diyeyim yoksa süzen mi bilemedim ama o kadına bakıyorum. Bu kadın ne yapıyor diyerek. Bir, bir buçuk saat bu şekilde evin her tarafını denetleyen komşular daha sonra bana haber verip oturmaya geleceklerini söyleyerek evden çıktılar. ben tabi onlar evden çıkınca arkalarından derin bir 'ohhhhhhh!' çektikten sonra kendime gelmeye çalıştım.

Ve dedemin söylediği sözler aklıma geldi kendi kendime ''canım dedeciğim sen doğru diyormuşsun ama eksik diyormuşsun dünürçüler değil komşular dahi gelip dip bucağı gözüne baka baka denetlermişler'' diye söylendim. 
Sonrasında da iyi ki tüm evi köşe bucak her yerini temizledim de ilk intiba olarak kadınların gözüne pasaklı biri olarak geçmedim diye sevindim.  :D

Bu şekilde bir yeni komşu maceram oldu. Bakalım ilk siftahımız bu şekilde oldu devamı nasıl gelecek?




Hoşça kalın.

ŞEREF MESELESİ

Bir şeref meselesi, iki erkek kardeş, iki farklı mücadele, iki farklı intikam yolu!


23 Kasım Pazar günü, saat 20:00'de, Kanal D ekranında yayına girecek olan yeni dizi "Şeref Meselesi", başarılı, güzel ve dinamik oyuncu kadrosu ile gözlere hitap edecek, sürükleyici konusu, yaşanacak aşkları ve nefretleri ile kalplere dokunacak, eğlenceli diyalogları ve espirileri ile de, yüzlere kimi zaman tebessümü kimi zaman da kahkahayı yerleştirecek, bomba gibi bir hikaye.
Konudan kısaca bahsetmem gerekirse;



Yiğit (Kerem Bürsin) ve Emir (Şükrü Özyıldız) Ayvalık'ta anneleri Zeliha (Tilbe Saran) ve babaları Hasan (Şerif Erol) ile birlikte yaşayan, farklı karakterlere ve dünya görüşlerine sahip ancak birbirine bağlı iki kardeştir. Yiğit, yakışıklı, kendine güvenen, serseri ruhlu, gözü yükseklerde ve duygusal bir adamdır. Emir ise, ağır başlı, sakin, çalışkan, başarılı ve dürüst bir gençtir. Hukuk fakültesini bitiren Emir'in İstanbul'da staj yapmasını fırsat bilen aile, baskısından kurtulamadıkları dedeleri Basri Bey'in ölümüyle birlikte İstanbul'a yerleşme kararı alır.
Silik ve çekingen bir baba profili olan Hasan, hırsları ve ihtirasları olan Zeliha'nın ısrarı karşısında çaresiz kalır ve İstanbul macerasına doğru ailesiyle birlikte yola koyulur. Güzel olması ümidiyle çıkılan bu yeni yolda, kötü sürprizler ve acı tecrübeler de onlara eşlik eder.
İşte o andan itibaren, İstanbul acımasız yüzünü Kılıç Ailesi'ne göstermeye başlar. İki kardeş, şeref meselesi dedikleri bu uğurda, kendi yöntemleriyle mücadele ederken, büyük şehrin yaşatarak öğretecekleriyle katılaşacak ve zorluklarla baş etmeye çalışacaklar.


Dizide, Kılıç Ailesi'nin etrafında dönen senaryodan farklı olarak, aynı mahallede yaşayan bayan karakterlerin de ayrı ayrı dramatik hayat hikayeleri var.
Sibel (Yasemin Key Allen) annesiyle birlikte yaşayan, oldukça güzel ve alımlı bir genç kızdır. Sibel'in en yakın arkadaşı Derya (Şükran Ovalı) ise, annesi, kız kardeşi ve üvey babasıyla birlikte yaşayan, iyi yürekli, dürüst, dobra ve çekici bir bayandır. Mahallenin diğer güzelliğiyle dikkat çeken ismi Kübra (Burcu Biricik) ise, baba baskısından bunalmış, tertemiz, duru ve naif bir kızdır. Sibel ve Derya'nın da yakın arkadaşıdır. Bu üç güzel arkadaşın akılları da, gönülleri de mahalleye gelen Kılıç Ailesi'nin iki yakışıklısından sonra altüst olur.


Senaryosuyla daha ilk bölümden izleyenleri etkisi altına alacağına inandığım dizide, genç oyuncuların etkileyici performansları ve yıllardır bu mesleğe emek vermiş ustaların üstün oyunculuk yetenekleri, dizinin başarısını kat be kat arttıracak.
Hikayenin ters kurguyla yani sonuçtan başlayıp, geçmişe dönerek sunulması izleyenlerde merak uyandırırken, karakterlerin birbirinden bağımsız, çarpıcı hayat hikayeleri de senaryoyu sıkıcılıktan ve rutinden uzaklaştıracak.


Şeref Meselesi, izlerken hem gülümsetecek hem hüzünlendirecek hem de hayata dair duyguların kendi dünyamızda muhakemesini yaptıracak, harika bir iş! Bu eseri ortaya çıkaran, başta D Yapım olmak üzere, yapımcı E. Ayşe Durmaz'ı, yönetmen Altan Dönmez'i, senarist Seray Şahiner'i, emeği geçen tüm ekibi ve oyuncuları tebrik ederim.
Bu içerik http://pimood.com/ tarafından hazırlanmıştır.

Bir boomads advertorial içeriğidir.

20 Kasım 2014 Perşembe

İstediğiniz Karaktere Kostümlerle Bürünün!

 Özel günler her zamankinden değişik bir şekilde kutlandığında daha unutulmaz ve eğlenceli olur. Kostümler de doğum günü, yılbaşı gibi özel günlerde ve partilerde hem çocukların hem de yetişkinlerin istedikleri karaktere bürümesini sağlar ve ortamın havasını anında değiştirir. Etrafta dolaşan prensesler, örümcek adamlar, cadılar ve korsanlar asla unutamayacağınız bir eğlenceyi de beraberinde getirir. En sevdiğiniz karakterleri canlandırarak hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Hangimiz küçükken prenses ya da Superman olmak istemedik ki? İşte kostümler sayesinde yetişkinler çocukluk hayallerine kavuşuyor, çocuklar da renkli dünyalarını daha da canlandırabiliyor. Yetişkin kostümleri arasından kendinize en uygununu bulup masal diyarına adımınızı atabilirsiniz.



Sizin kahramanınız hangisi? 

Çocuklar sevdikleri çizgi film kahramanlarını gerçekten arkadaşları gibi görürler ve onlarla bağ kurarlar. Onlara doğum günlerinde çocuk kostümlerinden hediye ederek fazlasıyla sevindirebilirsiniz. Hayallerini süsleyen kahramanlara bürünmek onların gerçek bir kahraman gibi hissetmelerine neden olur. Kostümler çocukların zaten rengarenk olan dünyasına farklı bir dünyanın kapılarını araladığı için çok uygundur. Çocuk kostümleri gibi bebek kostümleri de miniklerin sevimlilik kat sayısını arttırır. Özellikle doğum günlerinde kostümleriyle fotoğrafları çekilen minikler için bu özel kareler yıllar geçtikçe daha da eğlenceli ve anlamlı hale gelir. Peter Pan, Taş Devri karakterleri, Şirinler, Hello Kitty, Uyuyan Güzel, Pamuk Prenses gibi en sevilen karakterler çocuk kostümleri olan miniklerin dünyasını renklendiriyor. 


Partinin yıldızı olmak detaylarda saklıdır! 

Yetişkin ya da çocuk fark etmez; partinin yıldızı olmak için kostümler kadar aksesuarlar da bürünülen karakterin etkisini arttırır. Özellikle maskeler ve peruklarla tüm yaratıcılığınızı konuşturabilir, gerçekten istediğiniz tiplemeye girebilirsiniz. Eski çağ adamlarından Karayip Korsanları’na, Pamuk Prenses’ten Rapunzel’in upuzun saçlarına kadar rengarenk ve çeşit çeşit peruklar bu hayatta kafanıza takacağınız en güzel şey olacak! Kimi zaman eğlenceli kimi zaman korkunç karakterler yaratmak ise ince işçilikle her biri birer sanat eserini andıran maskelerle mümkün. Renkli tırnaklar, taçlar, yüz boyama kitleri ve canavar dişleri gibi aksesuarlarla yaratıcılığınızı konuşturmak size kalmış.


19 Kasım 2014 Çarşamba

O KADAR KUSUR KADI KIZINDA DA OLUR

Bu lafı ilk defa bir akrabanın düğününde duymuştum. O günden beri dilime pelesenk oldu bir olayda bir eksik yada hata görürsem hiç affetmem hemen yapıştırırım. ''O kadar kusur kadı kızında da olur'' diyerek :)

Ben henüz 7-8 yaşlarında bir çocuğum. O zamanları daha köyde yaşıyoruz. Köy hayatını bilenler bilir, köylülerin tek eğlencesi ya bayramlar yada düğünlerdir, o zamanları herkes süslenir püslenir orada eğlenirler. İşte öyle bir günde babamın amcasının oğlu evleniyordu. Gelin yabancı bir köyden geldiği için çoğu kişiler gelini hiç görmediği için merak ediyorlardı. Acaba güzel mi? Boyu kısa veyahut uzun  mu?.... gibi soruların cevabını almak için hepsi gelin geldikten sonra kırmızı duvağın üzerinden kalkıp gelinin yüzünü görmeyi bekliyorlardı. Ve gelin arabadan inip, geleneklerimize göre olan tastaki suyu ayağı ile tepme, buğdayı avuç avuç eli ile alıp sağa sola fırlatma gibi geleneğimizide yaptıktan sonra kaynanası gelinin yüzünü açtı.. Herkes özellikle de kadınlar gelinin suratına bakıyor hepsi iyi kilosu normal, boyu da iyi ne çok uzun ne kısa , ağzı,saçları derken biri oradan ''aaa gelinin burnu biraz uzun mu ne?'' dedi..Diğer kadınların hepsi bakışlarını gelinin burnuna odaklayıp bir iki saniye baktıktan sonra içlerinden biri ''yok yok  o kadar kusur kadı kızından da olur. Maşallah gelinimiz güzel'' dedi. Sonra diğer kadınlarda o kadını tasdikleyip ''evet evet o kadar kusur kadı kızında da olur'' dediler. O zamanlar bende olayları tam anlamamış bir geline bir kadınlara bakıp anlamaya çalışıyordum. :) (hey gidi günler hey )

Bu anımı neden anlattığıma gelirsek. Bu sefer kusuru evimizde buldum. Evet buldum diyorum çünkü bu evi almaya karar verdikten bu zaman kadar sürekli 'bu kadar güzel vede donanımlı bir evi neden bu kadar makul bir ücrete satıyorlar? Yoksa evde bizim bilmediğimiz bir kusur mu var diyerek sürekli bir tetik halinde idim.''

Çünkü biz ev almaya karar verdiğimiz andan beri o kadar çok harabe vede kötü evlere girdik, işin komik yanı ise o evlere istenen ücretler o kadar çok tuzlu idi bu evin yanında ev dahi denilmeyecek tarzda evler olduğu halde..

Sizlerin gözünde canlanması için, girdiğimiz diğer evlerin genel görüntüsünden bahsedeyim. Yerler kara beton, petek vede kombi ise fii tarihinden kalma gözüküyor, mutfaktaki dolap o kadar çok aşınmış ki bir dokunsan dökülecek tarzda duruyor, kapılardan ise söz dahi etmek istemiyoruz, pencereler mi? Onlarda ahşap ama bu öyle sizin bildiğiniz ahşap tarzında bir ahşap değil... Ahşapın, 'şap'ı gitmiş geriye 'ah' ı kalmış diyeyim gerisini siz düşünün artık.

Bu tarzlarda evi görünce, bizim istediğimiz tüm özellikleri içinde barındıran, hatta bizim bu kadarda olmaz diyerek hayal dahi edemediğimiz başka başka özellikleri olan bir evi o harabe evlere kıyasla çok daha uygun ücrete almış olmamız açıkçası beni korkutuyordu. Bu evin bizim bilmediğimiz bir kusuru kesin vardır diyerek.

Ama biz evi aldık, temizlik yaptık, hatta taşınıp yerleştik ama hiçbir kusur karşımıza çıkmadı. Daha ki dün poyraz esene kadar. :( Bizim evin kusuru poyraz mı derler yoksa kaba yeli mi tam olarak bilmiyorum ama rüzgar esince lavabolardan çok pis koku geliyor.. :( Öyle ağır vede pis koku geliyor ki o kokuyu bastırmak için dün evi resmen parfüm ile yıkadım :(

Akşam kocişko gelince durumu ona da anlattım ''aşkım bizim evin kusurunu buldum, evimiz rüzgar esince çok pis kokuyor'' diyerek oda ne derse beğenirsiniz ''ee o kadar olacak o kadar kusur kadı kızında da olur'' dedi.. :) Buyur buradan yak benden duyduğunu bana satıyor.. :)




Hoşça kalın.



17 Kasım 2014 Pazartesi

TÜRKİYE SELÇUKLULAR DEVRİNDE KONYA KİTABINI OKUDUM

Yazar: Doç. Dr. Tuncer BAYKARA

Sayfa Sayısı: 147

Yayın Evi: Kültür ve turizm bakanlığı


Türkiye Selçukluları Devrinde Konya kitabı nereden  evimize geldi, kim hediye etti hiç hatırlamıyorum ama kitaplık rafında senelerce dururdu. Her yeni bir kitap aradığımda elime geçer. Önce sayfalarını bir karıştırır sonrada ''Ama benim tarihim hiçbir zaman iyi olmadı ki onun için ben bu kitabı okurken kesinlikle sıkılırım'' diyerek tekrar yerine koyardım.

Daha ki evde yeni okunacak hiçbir kitap kalmayana kadar. Birde baktım ki ben tüm kitapları okumuşum bir iki ansiklopedi vede bu kitaptan başka okunmamış bir şey kalmamış. :( Eee o zaman bu kitabı okuyayım bari hem belki buradaki tarihi kitabını nasıl sevdi isem bunu da severim diyerek okumaya başladım...

Sayfaları çevirerek teker teker okumaya başladım ama maalesef pek has duyarak okuyamadım. İlk başlarda Konya benim memleketim. Memleketimin tarihini de öğreneyim diyerek bilgiye aç biri gibi okudum ama maalesef dili hiç yalın değil. Daha çok bilgi vermek için ama bu bilgi verme olayı da şuanda Konya da izi dahi kalmamış yerler olunca insan ister istemez biraz sıkılarak okuyor.

Ben kitabı pek sevemedim gerçi başta da yazdığım gibi benim tarihle pek aram yi değil o sebepten de olabilir. Belki benim yerine tarihi çok seven biri okumuş olsa kitabı severek vede büyük bir zevkle okumuş olur. o sebepten sevmeme problemi benden de kaynaklanıyor olabilir...

Öyle yada böyle kitabı sonuna kadar okudum. Buda benim sevdiğim en iyi huylarımdan biridir. Bir işe yada kitaba başladı isem onun sonunu getirmeden rahat edemem başka işe yada kitaba da başlayamam illaki o kitabı okuyup bitirmem gerekiyor ki yeni bir kitaba yada bir işe başlayayım... ne yapayım antikayım işte, tam müzelik kadınım demi :)

peki ya şimdi ne olacak benim kocişko ''bak yeni ev aldık bir sürü masrafımız var onun için sana şimdilik yeni kitaplar alamam'' diyor. :( Ama ama bende çoook kitap okumak is-ti-yo-rummm :( aranızda bana kitap sponsoru olacak kişi yok mu!... ;)

Hoşça kalın.

15 Kasım 2014 Cumartesi

ÜÇ YAŞINDA ABİ Mİ OLUNURMUŞ(!)

Maalesef ki biz Emir'i 3 yaşında hatta 2.5 yaşında ''oğlum artık sen abisin'' diyerek onun küçücük omuzlarına abilik gibi büyük bir görevi yükledik. :(

Emir halen 2.5 yaşında iken ben Efe'ye hamile idim. Ama Emir'de çok küçük aklı tam olarak oturmamış bir çocuk olduğu için sürekli kucağıma gelmek, onu kucağımda taşımamı hatta zıplatma mı isterdi. Ama benim karnım burnumda olduğu için sürekli ona ''oğlum bak karnımda kardeşin var seni kucağıma alırsam ona zarar veririm. Artık sen bir abi olacaksın'' derdim. Kuzum ise omuzlarını düşürüp kafası yerde sessizce ''tamam'' derdi...


Sonra Efe doğdu... Bu sefer sürekli Emirden bir şeyler beklendi. Yok kardeşinin beşiğini bir salla gel, Git kardeşinin sesi çıkıyor mu bir dinle,ağzına bir şey almış mı bak..... gibi şekilde şeylerle sürekli kardeşine bakmak vede onu kollaması beklendi. Ama bu esnada kuzum yine 4 bilemedin 5 yaşlarında bir çocuk. O halen kendisi bir çocukken onun omuzlarında bir abilik görevi vardı. Hani Allah'ı var çokta akıllı çocuk olduğu için bu görevi çok güzel yaptı. Ki bence o sebebinden bu abilik görevi onun üzerine bindi. Bu kadar anlayışlı vede güzel bir abilik yapmasa idi. Ona güvenip evde işlerimi yapamaz hatta ikisini yalnız bir odada dahi bırakamazdım. Ama Emir'im kardeşine o kadar iyi baktı ki bazen düşünürüm de Efe'yi büyütürken bana köstek değil daima yanımda yardımcı oldu. Hakkını yiyemem...

Şimdi bunu neden anlattığıma gelirsek. Artık ben akıllandım Emir'e öyle sen abisin kardeşinin istediği olsun, onu üzme gibi söylemler ile ondan yaşından büyük davranışlarda bulunmasını beklemiyorum. Hatta eskiden kuzumun yaşının gereği yaptığı şımarıklıklarına kızar ''OĞLUM ABİLER GİBİ DAVRAN SEN BİR ABİSİN''demem aklıma geldikçe kendime o kadar çok kızıyorum ki yemek masasını alıp kafama geçiresim geliyor. Ne kadar çok cahillik vede hata yapmışım. Küçük çocuktan daima büyük davranışlar beklemişim diyerek.. :( 

Bu yazımı yazmamdaki asıl maksat etrafımda gördüğüm bazı küçük 3-4 yaşlarındaki çocukların kardeşleri olunca ebeveynlerinin aynı benim düştüğüm hataya düştüğünü gördükçe üzülüyorum. Ve onları genellikle uyarıyorum ''ona abi yada abla görevini hemen omuzlarına yükleme bırak oda çocukluğunu yaşasın. İlk çocuk olmak onun tercihi değildi. O sebepten onu ilk çocuk olduğu için ona ceza verme.'' diyorum. Çünkü bence küçük bir çocuktan abi yada ablalık beklemek ona verilebilecek en büyük cezalardan biri. 

Sonradan da diyoruz ki ''yok efendim oğlum-kızım kardeşini çok kıskanıyor, neden kıskanıyor halbuki biz ikisine de eşit şekilde seviyoruz'' gibi söylemlerde bulunuyoruz. Halbuki birde kendimizi o çocuğun yerine koyarsak anlayacağız ki onun çocukluğunu elinden alıp ona abilik yada ablalık gibi büyük bir görev verip. Sürekli ondan kardeşi ile ilgilenmesini vede onu kollamasını istiyoruz. Bu şekildeki bir çocuk elbette elinden çocukluğunu alan kardeşini kıskanır ve ona zarar vermek ister(!) Siz olsanız sizde sizin elinizden bir şeyleri alan kişiyi sevmek yerine daima kızar hatta onunla kavga ederdiniz...



Hoşça kalın.

14 Kasım 2014 Cuma

YENİ EVDEN SES VERİYORUM

Yeni evimden yazdığım ilk post ile herkese selamlar!... 
Tokideki ses tokiden 2 hafta ev arama telaşı ile,1 hafta ise evi bulduktan sonra evi toplama ile,son bir haftadır da yeni eve yerleşme vede temizlik ile geçirdiğim için. Şuanda ellerim sanki kaplumbağa bacağı gibi pütür pütür. Birde parmak uçlarında çatlaklıklar var ki sormayın, öyle çok acıyor vede sızılıyor ki krem mirem kar etmiyor. :( Gün içinde belki 50 kere krem sürüp sonra bir yeri silmek için yıkıyorum. Gece ise sanki krem sürmüyor elime krem yediriyorum. O derece çok sürüyorum ama yinede hiçbir şekilde iyileşme yok. Ama ümitliyim bu azimle devam edersem bu eller nasırlaşma-dan tekrar eski haline dönecek...

Yeni evimde durumlar şimdilik iyi gidiyor, henüz eve ne çocuklar nede ben tam alışamadık. Özellikle Emir ile ben sürekli tokideki evimizi özlüyoruz. Tabiki Emir oradaki evimizden çok okulunu vede arkadaşlarını özlüyor. Yeni arkadaşlarının ismi eski okulundaki arkadaşlar ile aynı olunca bile duygulanan akşam bana anlatırken göz pınarlarında iki damla yaş ile anlatan bir kuzum var. Canım kuzum bu sulu gözlülüğü tıp ki ben... Kuzum o okulunu özlediğinde onun o halini görünce çok üzülüyor onun karşısında salya sümük ağlamak istiyorum. Ama daha sonra sirkelenip kendime geliyorum. Ve '' yapma Sultan çocuğun karşısında ağlarsan oda senden destek alır ve yeni okul ve arkadaşlarına hiç alışamaz.O sebepten onun karşısında güçlü durman gerekiyor ki, oda seni taklit ederek güçlü kalsında yeni arkadaşlarına biran önce alışsın'' diyorum. Anlayacağınız bu analıkta ağlamak bile lüks(!)

Efe de durum ise şimdilik iyi gidiyor. yeni evindeki ayrı oda olayının tadını gün içinde özellikle abisi okulda iken bol bol çıkarıyor. Şimdilik okula gitmek gibi bir arzusu da yok. BENCE en çok bu taşınma sebebi ile Efe'yi okuldan almam onun için çok iyi oldu.

Babamızda ise durum sabah iş, akşam ise yemek vede çay faslından sonra elinde kerpeten, torna vida gibi bir takım aletler ile sürekli bir kurulum vede onarım işi ile uğraşmakta olduğu için bitkin bir halde.

Ama olsun ben yinede umutluyum. O tokiyi neşeli vede yaşayan bir ev haline biz dönüştürdük. Şimdi de hepimiz hep bir elden çalışarak bu evimizi de en az tokideki evimiz kadar yaşayan, enerjik vede sevgi dolu bir yuva haline getireceğiz...

Çatlak eller ile sırf çocuklar istiyor diye gece yaprak sardım... Acaba büyüyünce benim bu hallerimi hatırlayıp kıymetimi bilirler mi ki?



Hoşça kalın.



7 Kasım 2014 Cuma

OĞLUM VAGONUN SONU DEĞİL BAŞI OLACAK

Oğlumu bu sene önce eşimin daha sonrada onun yaşıtlarının okula başlaması ve tabi ki en önemli etken olan Efe'nin okula gitmeyi çok istemesi sonucu istemeye istemeye de olsa bu sene ilkokula başlattım.


Ama gel-gör ki bu eğitim sisteminin karmakarışıklığı ve çocukların psikolojisi hiç dikkate alınmadan 5 yaş vede 6 yaş çocuklar aynı sınıfa konuldu. benim oğlumdan tam tamına bir yaş büyük bir çocuk ile oğlum aynı sınıfta idi. Sınıfın sınıf annesi de olunca çocukların durumunu sık sık gözlemledim. Ve gördüm ki benim oğlum kendinden büyük çocukların yanında davranışları daha çocuksu idi. Öğretmeni ile sürekli iletişim halinde olduğum için. Oğlumun gün içinde öğretmenini dinlemediği, hatta yazı dersi verince iki dakika sonra hemen defterini çantasına  kaldırıyormuş. Öğretmeni yanına gelip:
-Ne oldu Efe bitirdin mi? dediğinde. Efe şımararak ''bitirdim'' diyormuş. Sonra öğretmen 
- Aç defterini bakacağım değinde ise açmak istemiyor. Ama öğretmenin ısrarı üzerine defterini açınca öğretmen görüyormuş ki bizimki bir iki satır yazdıktan sonra boş kalan yerleri karalayıp bitirdim diyerek hemen çantasına kaldırıyormuş.

Yine öğretmeninden öğrendiğime göre. Öğretmeni sınıfta çocuklara hecelemeyi öğretirken bizimki hiç öğretmeni dinlemiyor kafası masasında elinde bir kalem defterine bir şeyler çizip, kendi halinde imiş.

Öğretmeni diyor ki... ''Efenin beni dinlemediğini adım gibi emindim. Çünkü kafası devamlı yerde, sürekli kendi halinde, bir şey ile ilgileniyor. Sınıf ile hiç ilgilenmiyordu. O an Efe sanki sınıfta yoktu. Onun o halini görünce hemen Efe'ye ayağa kaldırdım ve...
-Efe  ''A'' ile ''L'' birleşince ne olur dedim. Oda kendi kendine heceleyerek hemen ''al'' dedi onun o halini görünce çok şaşırdım. Diyor...

Oğlum için: '' Çok zeki bir çocuk ama yaşının verdiği küçüklük sonucu çocuksu hareketleri var. O sebepten okuma azma öğrenir hatta belki sınıfın en iyilerinden de olur ama başı olamaz. Ama bir sene sonra başlamış olsa tren vagonun ortası yada sonlarından değil başını çeker'' dedi.

Sonra düşün düşün hatta ara ara bloğum ve facebook sayfamda sizler ile paylaştığıma göre sürekli bir acabalar da idim. Ama danıştığım tüm öğretim görevleri erken göndermemem gerektiğini onun için vakit varken çocuğu almamın çocuk için çok iyi olacağını söylediler.

Bir çocuk için ilkokul yaşı en az 72 aylık olması gerektiğini tüm araştırmalarım sonucu öğrendim. Ve bunun için hazır kayıtlarda daha yapılmamışken oğlumu dilekçe verip okuldan aldım. Şimdilik evde benim ile birlikte duracak. Bu taşınma vede yerleşme telaşım bittikten sonra belki bir kursa yada bir kreşe verebilir. Yada hiç olmadı evde ben ona Kur'an eğitimi vermek istiyorum. Hatta el kaslarının daha çok gelişmesi için bol bol radyoaktivitelerde yaparız. 

İnşallah bundan bir sene sonra bu yazımın linkini vererek iyi kide oğlumu okuldan almışım-da bu sene başlatmışım diyerek sizlere okulda oğlumun birinci olduğunu her şeyi çok güzel yaptığını söyleyeceğim...  tek duam bu yönde Allah tüm evlatlarımız için en hayırlısını nasip etsin...


Hoşça kalın.

6 Kasım 2014 Perşembe

BAYAT EKMEKLİ BULGUR KÖFTESİ

Ülkemizde en yoğun olan ekmek israfını önlemek adına, bildiğiniz üzere çeşit çeşit bayat ekmek tarifleri bulup hepsini ayrı ayrı deneyip. Daha sonrada burada sizler ile paylaşıyorum. Ki zaten en çok okunan yazılarım arasında da genellikle bayat ekmek tarifler-imin yer aldığını gördükçe ''demek ki okurlarım benim bu tariflerimi çok seviyorlar'' diyerek düşündüğüm için devamlı bir araştırma vede tarif deneme peşindeyim. :)

BAYAT EKMEKLİ BULGUR KÖFTESİ

Bugünde size bayat ekmekli bulgur köftesinin tarifini paylaşacağım!... Zaten bir köftede bulgur vede bayat ekmek girince o köftenin tadı harika oluyor. Ama ben genellikle bayat ekmek vede bulguru bir köfte harcında değilde ayrı ayrı köfte harçlarında kullanıyordum. Bu tarifi yaptıktan sonra gördüm ki ikisi birlikte de kullanıyormuş. Üstelik çok lezzetli bir şey ortaya çıkıyormuş.

İsterseniz şimdi de hep birlikte bayat ekmekli bulgur köftesi yapalım. Hımm ne dersiniz?.. :) Tamam mı o zaman ilk olarak alttaki malzeme listesini tezgaha dizin. 


Bayat ekmekli bulgur köftesi malzemeleri


  • 1 bayat ekmek
  • 1 Su bardağı köftelik bulgur
  • 1 kuru soğan
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 yemek kaşığı domates salçası
  • 1 tatlı yemek kaşığı kuru nane
  • 1 tatlı kaşığı kimyon
  • 1 tatlı kaşığı karabiber
  • yarım demet maydanoz
  • 1 yemek kaşığı un
  • 1 çay kaşığı tuz
  • Sıvı yağ


Bayat ekmekli bulgur köftesi nasıl yapılır?



Eğer malzemeleri hazırladınız ise önce ellerimizi bir güzel yıkayalım. Biliyorsunuz hijyen her şeyden önce gelir. Daha sonra ise Bayat ekmekleri bir suda yumuşayana kadar ıslıyor-uz, Islama isi bittikten sonra ekmekleri elimize alıp fazla suyunu sıkıyoruz. Sonra ekmeklerin üzerine bulguru ilave edip iyice yoğuruyoruz. Sonra bir şey ile ağzını kapatıp yarım saat kadar bulgurun şişmesi için bekliyoruz.

BAYAT EKMEKLİ BULGUR KÖFTESİ


Yarım saat beklediniz mi? Tamam o zaman işinize kaldığınız yerden devam edin elinize kuru soğanı alın ve ince ince doğrayın. İyice şişen bulgurlu bayat ekmek karışımına soğanı, domates vede biber salçasını, baharatları ve maydanozu, tuzu ilave ettikten sonra yine iyice yoğurun..

Yoğurma işlemelerini yaptıktan sonra istediğimiz şekli vererek kızgın yağda kızartıyoruz. Fazla yağını almak için ise kızarttığınız köfteleri bir havlu kağıt üzerine alıp fazla yağını süzüyoruz. Daha sonrada servis tabağına koyup servis ediyoruz.Afiyetler olsun efendim... Bu lezzetler tamamen sizin eseriniz olduğu için istediğiniz kadar kendinizle gurur duyabilirsiniz.  :)

BAYAT EKMEKLİ BULGUR KÖFTESİ


Hoşça kalın.



3 Kasım 2014 Pazartesi

Tokideki Sesin Dolmuş Yolculuğu

Merhabalar sevgili okurlar!...

Tokideki sesin taşınma telaşı son hız devam etmekte, cumartesi vede pazar günü hiç bir saniyesini dahi boş bırakmayarak önce camlar, kapılar, petekler ve son ol-arakta mutfak dolabı vede banyo ve tuvaletleri temizleyerek geçirdik... Şuanda evim o kadar çok temiz ki hani bir söz vardır ya ''bal dök yala'' diyerek. Hah işte o sözü kesinlikte kabul etmiyorum. Ben bu kadar temiz evime şimdi hiç öyle bal döküp yal-atamam :))

Sabah yine facebook hesabımda da yazdığım üzere, bugün sabah çocukları okula bıraktıktan sonra evin abonelik işlemleri için dolmuşa bindim.. Ben normalde öyle kendi başına dolmuş yada belediye otobüslerine binip sağa sola pek gitmem. Gitmek istediğim yere genellikle eşim beni araba ile götürdüğü için, bünyem ona alışmış ne yapayım :)

Ama hayat bazen hiç yapmam dediğin şeyi yaptırdığı gibi alışık olmasan da bazen dolmuşa binmek zorunda kalıyorsun. O sebepten sabah çocukları okullarına bırakınca, hemen bir dolmuşa atlayıp istikamet elektrik, su, doğalgaz...gibi... aboneliklerin yaptırıldığı yere gitmek oldu....

Duraktan bom boş dolmuşa bindiğimde 'ohhh hiç korktuğum kadar değilmiş, dolmuşta bomboşmuş' diye içimden geçirip, dolmuşçunun arkasındaki en ön koltuğa ücretimi ödeyip oturdum... Bu arada dolmuşun boş olması beni o kadar çok ferahlattı ki (gece onca kabuslar görüp korkulu dolmuş yolculu aksine gayet sakin vede güzel bir dolmuş yolculuğu olacaktı.)

Havalarda uçan aklım biran kendime gelince birde baktım ki oda ne bizim bu dolmuş tabiri caizse sanki yürümüyor emekliyor... Öyle yavaş yavaş gidiyor ki resmen içim şişti. Hatta bir ara acaba dolmuştan inip koşarak mı gitsem mi ki diye düşünmedim de değil. İnanın koşsam gideceğim yere dolmuştan daha hızlı gideceğim kesindi... :)

Aradan bir 20 dakika geçti geçmedi bizim dolmuşçu en düşük seviyedeki hızını yükseltip normal hıza döndü. Bir ''ohhh be!'' dedikten sonra... Bizim dolmuş iyiden iyiye dolmaya başladı... Bu-arada dolmuşa binen yolcularda beni muavin sanmış olmalılar ki her önüne gelen parmağı ile sırtımı dürterek ''Şuradan bir kişi...İki öğrenci... X yere bir kişi' diyerek paralar vermeye başladılar... Tamam şoförün arkasına oturduğum için yolcular beni muavin sanmış olabilirler. Ama ya şoföre sen ne dersin oda aynen yolcular gibi 'yok şu paranın üstü... Buradan kaç kişi idi.. gibi' sorular sorarak beni muavini gibi kullanmaya başlamasın mı?.. :D

Ben zavallı geçici muavinlik görevimi çaresiz yapmaya koyuldum. İçimden de ''yok yok benim üzerimde bir lanetlik var bana dinlenmek yasak dolmuşta dahi olsam çalışmak zorundayım. ben bu dünyaya çalışmak için gelmişim'' diyerek kaderime lanetler okumaktayım... :( ney-seki yolum çok uzun değildi de 45-50 dakika sonra gideceğim yere geldim ve indim... :)

Dolmuştan indikten sonra oraya koştur buraya koştur derken tüm resmi işlemleri hallettikten sonra tekrar eve dönme zamanı geldi... İşlerimin bittiğine sevineyim mi? Yoksa tekrar yine dolmuşa binmek zorundayım diye üzüleyim mi bilemeyerek. Ayaklarım beni yine istemsizce de olsa dolmuş durağına götürdü... :( (Bu arada o kadar çok yorgunum ki anlatamam, sanki bir bıçakla sırtımın tam ortasından yarmışlar ayaklarımda vücudumu taşıyacak derman kalmamış şekilde tit tir titriyor.)

İçim dende ''bu sefer dolmuşçunun arkasındaki koltuğa oturmak yok arka taraflara oturacağım'' diyerek geçiriyorum...Bir 10 dakika ya bekledim ya beklemedim. Benim beklediğim dolmuş geldi. Hemen dolmuşa bindim ki aklımda arka koltuğa kurulup dolmuşun içinde uyuyarak gitmeyi planlıyorum.. ;). Yine sabahki gibi hemen paramı ödedikten sonra orta taraftaki tekli bir koltuk boştu hemen oraya kendimi attım.. :) 'İyi bari bu sefer arka tarafa oturdum da muavinlik yapmadan dinlenerek eve varacağım'' diyorum. Ama ben zavallı yine her zaman ki gibi erken sevindim. ;)

Bir iki durak sonra, durağın birinden 1,5-2 yaşlarına bir erkek çocuğu ile bir babaanne bindi... Bu arada ilk bindiğimde yine fazla dolu olmayan dolmuş, yine sabahki gibi iyiden iyiye doldu. Çocuk arada sürekli:
-Babaanne nereye oturayım... diyor. Babaanne ise:
-Yok oğlum şimdi oturmayacağız benden sıkı sıkı tut diyor...

benim vicdan sızlamaya başladı zavallı çocuk ayakta kaldı. Ne babaannemi birde babaannesi varmış bunlara yer vermek gerek. Ama yaaa çokta yorgunum ayakta duracak halim yok şimdi ben ne yapacağım şu ön taraftaki erkekler bari yer verse de bana gerek kalmasa diyerek söylenmeye başladım...

Ama yok o dolmuşta ya herkes benim gibi çok yorgun yada kimsede vicdan kalmamış. Neyse benim oturduğum yerde ayakta duran bir genç çekildi. Ve çocuk benim yanıma geldi. ''Aman Allah'ım çocukta çok tatlı. Babaannede hemen yanında. Ama babaanne dediysem öyle yaşlı biri değil kadını görünce şaşırdım. Çocuğun babaannesinden çok genç annesi gibi duruyor. Kadın o kadar bakımlı vede enerjik ki. Yeminle o kadın oturuyor olsa benim halimi görünce acır o bana yer verir... '':)) 

Cin fikir tokideki ses hemen iki dakikada çare bulup. Çocuğa:
 -Gel seni kucağıma alayımda, benim kucağımda otur olur mu? dedim...
Ufaklık. Hemen kafayı babaanneye kaldırıp baktı. (Çokta akıllı maşallah) Babaanne:
-Yok size zahmet olmasın dedi.
Ben durur muyum hemen 'yok yok zahmet olmaz' diyerek kucağıma aldım bebeyi... Yoksa vicdanım sürekli törpülenip duracaktı. En sonunda ya vicdanım çok törpülenmekten iç kanama geçirecektim. Yada yerimi verip ayakta daha fazla duramayıp bayılacaktım.. :) Bu şekilde hemi benim için, hemi çocuk için, hemide babaanne için iyi oldu. (Bu arada ikide bir babaanne diyorum ama inan ben o kadına bırak teyze demeyi, abla dahi demeye utanırım. :) Maşallah çok genç duruyordu... )

Yine bir 50 dakika sonra oturduğum yere geldim ve dolmuştan indim....

Ve bir dolmuş yolculuğunu daha kazasız belasız bitirmiş oldum.. :)

Allah her gün o dolmuşlara binip yolculuk yapanlara kolaylık versin diyerek te sabahtan beri dua ediyorum...




Hoşça kalın.