31 Mart 2016 Perşembe

İpana Luxe Perfection Beyazlatıcı Diş Macunu yorumlarım

Doğru makyaj, dolgun kirpikler, bakımlı bir cilt, hacimli saçlar… En önemlisi de beyaz dişlerle sağlıklı, güzel bir gülümseme! Bu yüzden diş bakımına ve beyaz olmasına oldukça özen gösteriyorum. Sürekli yeni ürünleri deneyimlemeyi de seviyorum. Burada raflarda gözüme çarpan ve Amerika’nın en büyük diş macunu markası olan Crest aslında Procter and Gamble’ın Türkiye’de sunduğu İpana markasıyla tamamen aynı içeriklere sahipmiş. Dünyada ilk defa beyazlatıcı bantları üreten bir marka olduğu için 3 boyutlu Beyazlık ailesi oldukça ilgimi çekti. Son zamanlarda market alışverişine gittiğim her mağazada ve televizyonlarda sıklıkla İpana’nın yeni ürünü olan Perfection’a denk gelince ve özellikle 3 günde %100’e kadar lekesiz iddasını duyunca denemek istedim ve hemen aldım.
İpana’nın en hızlı ve en güçlü beyazlatıcı diş macunu ünvanına sahip bu diş macunu ile deneyimlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Diş hekimimin de daha beyaz bir diş için önerdiği İpana 3D White Perfection ile güvenle, bembeyaz gülebiliyorum.
Perfection diş macunu 3 Boyutlu Beyazlık ailesinin en ileri ve etkili beyazlatıcı diş macunu teknolojisini içeriyor. Böylece diş minesine zarar vermeden sadece 3 günde diş yüzeyindeki lekeleri %100’e kadar etkin biçimde çıkarıp ve bembeyaz bir gülümsemeye sahip olmamızı sağlıyor.
Performansına gerçekten çok şaşırdım. Etkisi inanılmaz! İlk kullanımdan itibaren bile diş yüzeyindeki lekeleri çıkarma etkisini farkediyorsunuz. Keskin nane tadıyla ferahlığı sağlıyor, böylece uzun süre ferah bir nefese de sahip oluyorsunuz. Beyazlatma etkisi bu kadar iyiyken diş mineme hiç bir zarar vermediğini bilmek de çok güzel.




Procter and Gamble’ın tüm dünyada pazara sunduğu en gelişmiş beyazlatıcı diş macunu olan 3 Boyutlu Beyazlık Luxe Perfection İpana ile Türkiye’de de raflarda yerini aldı. Denediğinizde bana hak vereceksiniz:) Kullanmadan kesinlikle inanmazdım, deneyince etkisini gördüm ve mükemmel sonuç aldım.
Tam bir bakım sağlamak için aynı ailenin Oral-B 3D White Luxe ağız bakım suyunu da kullanıyorum. O da diş macunu ve fırçasının ulaşamadığı alanlardaki lekeleri bile çıkararak uzun süre, keskin bir ferahlık sağlıyor.
Unutmadan küçük bir not ekleyeyim; P&G ve İpana ürün performansına o kadar güveniyor ki, memnun kalmazsanız paranızın 2 katını iade ediyor. Bu nedenle beyazlatıcı etkisini kendiniz de görün diye bence gerçekten denemeniz gereken bir ürün.
Ürünü satın almak isterseniz tıklayınız!


P.S. Bana bu bilgiler yetmedi, ağız ve diş sağlığı üzerine daha çok şey merak ediyorum diyenleri aşağıdaki siteye alalım. 
http://www.agizbakimuzmani.com/
#ipanaperfection  #gülüşünügöster
İçerik Kaynak: http://kokoshgirl.com/
Video Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=B7MDJzarokU

Bir boomads advertorial içeriğidir.

30 Mart 2016 Çarşamba

Örgü Çaydanlık Kılıfı Ve Yapılışı

Merhabalar arkadaşlar, bugün sizlere -öreli uzun zaman olan- bir örgü çaydanlık kılıfı paylaşacağım. Uzun zamandır taslaklarda bekleyen bu örtüyü artık arşivime eklemeye karar verdim.


Ben çaydanlık kılıfını genellikle kahve yada yeşil çay yaparken kullandığım çaydanlıkta kullanıyorum. Sabah kahvaltısında demlenen çaydanlıklarda da  kullanılabilir. Renk seçimini evdeki ipler ile yaptım. Evdeki kalan ipleri değerlendirmek adına örülmüş, bir kılıfken; artık devamlı elimin altında olan ve zevkle kullandığım bir kılıf oldu.

Üstelik bu kılıfımı gören eş-dostlar dahi hayran kalıp. Onlarda aynısı yapmak için iştahlanıyorlar. Bence sizde elinizden örgü geliyorsa; bu tarz bir çaydanlık kılıfı örüp, çaydanlığınıza giydirin. Sonrada çay yada kahve içerken büyük bir zevkle kılıfınızı izleyerek iç. Gelen misafirlerinize de göğsünüzü gere gere bu çaydanlık ile çaylar demleyebilirsiniz. ;) Bu arada birazda kıskanılılabilirsiniz. Benden söylemesi :)

Örgü çaydanlık kılıfı nasıl örülür?

Örgüye ilk olarak çaydanlığın en altından başlayın. Önce kılıf öreceğiniz çaydanlığın eninde zincir çekin. Sonrada o zincirin üzerine ikili tırabzan ile baştan sona kadar doldurun. 
Kılıfı örerken devamlı çaydanlık elinizin altında olsun. Çünkü ölçülerini çaydanlığınızı baz alarak ayarlayın. Ben öyle yaptım.
Çaydanlığın ümüğüne geldiğiniz zaman. Örgünüzü ümük genişliği kadar örüp, hemen geri dönün. Böylece bir kenarını örmeye devam edin. Diğer kenarı kalsın.Attaki fotoğrafın en üstünde gözüktüğü üzere, benim çaydanlık ümüğümün genişliği yaklaşık 3-4 tırabzan kadar oluyor. 3-4 sıra tırabzan ördükten sonra ipi kesip, bitirin. Sonra diğer örülmeyen tarafa ipi geçirip, aynı karşı taraf gibi 3-4 sıra üst üste tırabzan örün. Bu arada ümük genişliği kısmını boş bırakmayı unutmayın. Karşı taraf uzunluğu kadar ördükten sonra karşı taraf ile birlikte kaldığın yerden örmeye devam etmek için. O ümük boşluğu kadar zincir çekip, örmeye devam edin.



Yine normal aralara zincir dahi çekmeden tırabzan örerek devam edin. Ara ara çaydanlığınıza ölçmeyi ihmal etmeyin. Böylece ne kadar öreceğinizi kendiniz anlarsınız. Ölçerek Ördüğünüz zaman çaydanlığın üst kısmında pot olmaması için birer, ikişer azalma yapın. Çaydanlığın sapını da geçtikten sonra tırabzan örerek tıp ki ümük boşluğunu birleştirdiğiniz gibi iki ucu birbirine tırabzan örerek birleştirin. Sonrada yukarıdaki fotoğraftan da anlaşıldığı üzere azalta azalta kapağın en ucuna kadar örün. Ve bitirin.

Biliyorum bu şekilde yazdığım zaman sanki çok zormuş gibi algılanıyor; ama inanın örüldüğü zaman çok daha kolay. Zaten örgüden anlayanların büyük kısmı fotoğrafları incelediği zaman nasıl yapıldığını anlamıştır: ''Ama yok ben ne fotoğrafı incelediğim zaman, nede sizin yazdığınız tariften bir şey anlamadım'' derseniz de.... Bana yorum yada mail yolu ile bildirin. Ben sizin için bir video çekip, eklerim. :) Hııı ne dersiniz?

Hoşça kalın.

28 Mart 2016 Pazartesi

Tanışma yıl dönümü masası (11. yıl)

Haftanın ilk gününden herkese selamlar!...
Dün facebook ve instragram sayfalarımda da paylaştığım üzere bizim tanışma yıl dönümümüz idi... Mütevazi bir sofra kurup. Ailecek güzel vakitler geçirdik...

Tanışma yıl dönümü masası (11. yıl)

İlk defa 27 Mart 2004 yılında karşılaşıp, birbirimize kalben ısındığımız o günden sonra -Allah'ıma binlerce kez şükürler olsun ki- hep birbirimizi sevdik... İyi günümüzde de kötü günümüzde de yeri geldi o bana güvenilir bir liman, sıcak bir omuz oldu. Yeri geldi ben ona ''Buda geçecek, üzülme.'' diyerek sakinleştirdim. Karı koca olmak zaten bunu gerektiriyordu. Peki ama karı koca olmak sadece kötü günlerinde sana destek olan bir eş olması mı demek ti? Hiç alakası yok. Karı koca demek birbirimizden ayrı olduğumuz saatlerde güzel bir olay ya da haber duyunca: '' Bu akşam eşime de haber vereyim de birlikte sevinelim'' demekti.

Tanışma yıl dönümü masası (11. yıl)

Ne zaman güzel bir olay olsa, sabırsızlıkla eşimin akşam eve gelme saatini beklerim. O müjdeli haberi  ona da vermek için. Biliyorum ki bu durum aynen eşim içinde geçerli. Çünkü biliriz ki nasıl üzüntülü günler paylaşınca azalırsa; mutlu günlerde paylaşıldıkça çoğalır. Allah tüm Müslüman aleminde ki insanların birlikte güzel ve kötü günlerini paylaşacak kişilerin olmasını nasip etsin. Çünkü bu duygu anlatılması güç; ama yaşaması harika bir duygu...


Tanışma yıl dönümü masası (11. yıl)

Bu blog benim için aynı zaman da bir günlük gibi oldu için, geçen seneki tanışma yıl dönümü yazımı okuyunca gördüm ki. 2015 yılı tanışma yıl dönümü kutlamamız da. Akşam banyonun gider borusundan kaynaklanan küçük bir aksilik olmuş.

Biz insan oğlu ne garip varlıklarız. Bazen küçük bir aksilikte dahi olsa hemen umutsuzlanıp, hayatı kendimize ve sevdiklerimize zindan ederek, ne büyük hata yapıyoruz. Oysa ki hayat sandığınızdan daha kısa. Bugünkü sosyal medyadan duyduğuma göre Pakistan da bir luna parkta patlama olmuş. Ve orada yine bir sürü çocuk ve anne-baba hayatlarını kaybetmiş. :( Allah'ım sen kötü niyetli insanların kalplerine ferah ve sevgi ver ki. Daha fazla insan hayatından olmasın. Benim için anlamlı bir gün ifade eden bu postun içine maalesef ki bu üzücü haberi de eklemek istedim. Çünkü ilerleyen yıllarda bu yazımı okuduğumda anlayayım ki. Dünya zaten sürekli kötü. En azından biz ailecek birbirimize sonsuz sevgi ve sadakatle bağlı olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu hiç unutmayayım... Unutmayalım!...

Hoşça kalın.

24 Mart 2016 Perşembe

Çocuklarda El Ayak Ağız Hastalığı

Geçen hafta Efe okuldan gelince, akşam yemeğini dahi yemeden uyumak istedi. ''anne çok yorgunum uykum var. Karnım aç değil. Sonra yesem olur mu?'' dedi... Hemen ateşine baktım bir şey yok. Öyle burnu filan de akmıyor. Öksürükte yok...
'Herhalde okulda çok koşturdu da ondan yoruldu' diye düşünüp, uyumasına izin verdim.
Bir saat sonra yanakları kıpkırmızı olarak uyandı. Hemen elimi alnına koyunca, ateş gibi yandığını hissettim. Ateş ölçer ile ateşini ölçtüm. Ateşi 37.8 derece olduğunu görünce; hemen ateş düşürücü bir şurup içirdim. Sonrada ılık duş yaptırdım. Ilık duş yaptıktan sonra ateşi biraz düştü.
Ama aradan bir iki saat sonra yine ateşi yükseldi, sonra düştü derken o geceyi ateş nöbeti ile geçirdik.

Çocuklarda El Ayak Ağız Hastalığı

Ertesi gün ateşi düşmüş ama, üzerinde halsizlik olduğunu da görünce, ''her halde mevsim değişikliğinden dolayı hastalandı'' Diye düşünürken; ağzının kenarında bir kaç tane sivilceye benzer, su çiçeğine benzer kızarıklıklar görünce. ''amaninnn oğlum su çiçeği geçiriyor!'' dedim, demesine; ama hemen aklıma küçükken geçirdiği su çiçeği geldi. Ve ''Nasıl yani, bu çocuk su çiçeğini geçirdi ki?'' diye düşünüp, hemen doktora koştum.

El-ayak-ağız hastalığı nedir?

Doktora gittiğimizde; doktor muayeneden sonra:

 - Su çiçeği çıkaran bir çocuk tekrara su çiçeği çıkarabilir. Ama Efe su çiçeği çıkarmıyor. Efe de son yılların moda çocuk hastalığı olan; el-ayak-ağız hastalığa yakalandığını söyledi....

 - Neee, o nasıl bir hastalık mış, moda mı. hastalığın modası mı olurmuş ya? diye doktorun suratına gözüne far tutulmuş tavşan gibi şaşkın şaşkın bakarken.

Doktorumuz gülümseyerek. Bu hastalık 2012 yılından itibaren Ülkemizde görülen bir hastalık olduğunu söyledi. Özellikle 10 yaş ve altı çocuklarında sıkça görülen bir hastalık olduğunu. Bu hastalığın Suriyelilerin getirmiş olduklarını düşündüklerini, anlattı...
El-ayak-ağız hastalığı ilk ateş olarak başlayıp, boğaz kızarıkları ile devam edermiş. O yüzden bu hastalığı grıbel enfeksiyon ile karıştırmamız çok normalmiş. Daha sonra Vücudun avuç içleri, ayak tabanları ve ağız kenarlarında su çiçeğine andıran; ama su çiçeğinden biraz daha küçük kırmızı döküntüler çıkarmış. Ki zaten bende ilk bu kızarıkları görünce su çiçeği sanmıştım.


El-ayak-ağız hastalığının nasıl tedavi edilir?

 -Tamam hastalığın tespitini ve ismin anladım. Ama ya tedavisi ne?

Diye sorunca öğrendim ki; bu hastalığın özel bir tedavisi yokmuş. Bu hastalığa çocuk ilk tutulduğunda ateş yaptığı için, ilk günlerde normal ateş düşürücüler kullanmalı. Daha sonra ise döktüğü kızarıklıkların sebep olduğu kaşıntıyı azaltmak için losyon kullanılabilir. Ama kullanılmazsa da olur. Bu tamamen çocuğun o hastalığı geçirdiği duruma göre değişir. Çocuğun döktüğü kızarıklar fazla ve çok kaşıntı yapıyorsa kullanılır. Ama yok benim kuzum gibi fazla döküntüleri yoksa kullanılmasa da olur. Hastalık bir hafta içinde geçiyor. Vücudunda ki kızarıklar ise kuruyarak yerine kahverengiye andıran bir lekeye bırakıyor. Şuanda oğlumun hastalığının son durumu, doktorun dediği şekilde kızarıklar kurumuş halde... Sakın endişelenmeyin, o şekilde de kalmıyormuş. Zamanla o lekelerde kendiliğinden gidiyormuş.

El-ayak-ağız hastalığı bulaşıcı mı?

Evet bulaşıdır. Bu hastalık solunum yoluyla, tükürükle, yakın temasla ve dışkı yoluyla bulaşırmış. Ki zaten öğrendim ki bu hastalığın belirtisinden olan Efe'nin sınıfında 4 çocuk daha varmış. Bu hastalığa yakalandıklarını düşündükten sonra çocuklar için rapor alıp, okula göndermedik. Yoksa diğer türlü tüm sınıfın yakalanma riski vardı.
Bu hastalığın en etkili korunma yolu; hijyen. Çocuklara özellikle okulda iken sık sık ellerini yıkamaları için uyarmalıyız. Yoksa kirli elini ağzına götürdüğü takdirde bulaşırmış.

Bir antin kuntin isimli, hastalığa daha yakalandı kuzum.... Allah'ıma çok şükür ki sorunsuz bir şekilde, bu hastalığı da atlattık. Bu postu yazma gereği hissettim. Çünkü bu hastalık bulaşıcı ve yaygın olduğu için sizlerinde kreşe ya da okula giden çocuklarınız varsa, yakalanabilir. Yakalanınca çok korkulacak bir hastalık olmadığını bilin ve korkmayın diye...

Hoşça kalın.

22 Mart 2016 Salı

Haftanın bloğu 2

Haftanın bloğu etkinliğine kaldığımız yerden devam edelim. Bu sefer bloğuma konuk olan güzel blog, yine hemen hemen çoğunuzun tanıdığı bir blog. En azından bu etkinlikten haberi olanların tanıdığı bir blog. Ama baktım izleyici sayısına 178 lerde demek ki halen bu bloğu tanımayan kişiler var.
tokideki ses haftanın bloğu
Eeee o zaman bende hiç vakit kaybetmeden bu güzel bloğu, bloğuma konuk edeyim de...
Tanımayan kişilerinde haberi olsun ki; çok samimi ve içten yazdığı yazılarını okumayan kalmasın. Hımm birde bu haftanın bloğu etkinliğine katılmayan blogger kalmasın lütfenn!.... ;)

Eveeeet ne demiştik? Haftanın bloğun etkinliği için seçtiğim blog..... DAĞINIK ANNE!... Evet bu seferki bloggerimiz bir anne (tıp ki benim gibi)
Dağınık anne, bu etkinliği ilk başlatan kişi. Yani kendisi haftanın bloğu etkinliğinin fikir annesi de sayılır. Eee o zaman neden bu kalbi güzel, yazısı samimi anneyi daha fazla kişi tanımasın ki?
Diye düşündüm. Sizce de doğru düşünmemiş miyim?

tokideki ses haftanın bloğu...


Ben dağınık annenin özellikle tariflerine bayılıyorum. Lapne ve lor peyniri tariflerine bayıldım. Bu tarifler aklımda kesin yapacağım. Şu üzerimde ki tembellik bir giderse ilk işim o tarifleri denemek olacak; ama şu tembellik bir gitmedi ki... :)

Herneyse ben daha fazla uzatmayayım da; tanımayanlar bir tık bloğuna gitsin de, dağınık anneyi tanısın...
Tanıyanlarda yine gitsin, bir selam versin. Çünkü kendisi sizin yaptığınız yorumları hiç atlamaz hemen cevap verir. Zaten benimde en çok sevdiğim bir başka özelliği de böyle tatlı tatlı yorumlar yapması ve yapılan yorumlara cevap vermesi. :)

Tamam tamam sustum.. ;)

Dağınık annenin blog adresi: http://daginikanne.blogspot.com.tr/

Ve google plus: https://plus.google.com/114271292710368463827

Twitter: https://twitter.com/daginikanne

İnstragram: https://www.instagram.com/elcekay/

Facebook: https://www.facebook.com/daginikanne?_rdr=p

Hoşça kalın.

21 Mart 2016 Pazartesi

Kıbrıs tatlısı (bayat ekmekli)

Baharın ilk gününden herkese selamlar!... Bugün hava mis gibi. O kasvetli, kötü hava bulutu güzel ülkemizin üzerinden kalktı gibi. Umarım kötü günlerde; tıp ki kötü havanın gitmesi gibi gitmiştir.

Haftanın ilk günü, tatsız olan ağzınızı tatlandıracak, nefis bir tarif vereceğim...
Bu tatlı bir bayat ekmek değerlendirme tariflerinden. Görüntü ile gözlerinizi; lezzeti ile de damaklarınızı tatlandıracak bayat ekmekli kıbrıs tatlısı tarifini öğrenmeye hazır mısınız? Eğer ki cevabınız evet ise; hemen hiç vakit kaybetmeden tarifini ve yapılışını öğrenip, yapmaya koyulun. İsterseniz takılın peşime birlikte yapalım. ;)



Bayat Ekmekli Kıbrıs tatlısı Malzemeleri

Keki için malzemeler:

  • 3 adet yumurta
  • 2 çay bardağı şeker
  • 2 çay bardağı çekilmiş bayat ekmek
  • 2 çay bardağı Hindistan cevizi
  • 2 çay bardağı sıvı yağ
  • 1 paket kabartma tozu

Şerbeti için malzemeler

  • 2,5 çay bardağı su
  • 2 çay bardağı toz şeker
  • 2 damla limon suyu

Kreması için malzemeler:

  • 4 çay bardağı süt
  • Yarın çay bardağı toz şeker
  • 2 yemek kaşığı mısır nişastası
  • 1 paket toz krem şanti

Üzeri için malzemeler:

  • Üstünü kaplıyacak kadar Hindistan cevizi

Bayat Ekmekli Kıbrıs Tatlısı Nasıl Yapılır?


İlk olarak şerbetini yapmaya koyulun. Bunun için; küçük bir tencereye şeker ve suyu koyup, bir 10 dakika kadar orta ateşte kaynatın. Ateşten indirmek üzere iken limon suyunu ekleyip, son bir kez daha karıştırıp, ocaktan indirin.

Şerbetini soğumaya bıraktıktan sonra; sıra kekini yapmaya geldi. İlk olarak yumurta ve şekeri beyazlaşana kadar çırpın. Sıvı yağını da ilave edip biraz daha çırpın. Çekilmiş bayat ekmek içi ve Hindistan cevizi ve kabartma tozunu da ekleyip, biraz daha çırpın. Sonrada tabanını yağladığınız bir borcama dökün. Önceden ısıtılmış 180 derecelik bir fırında 30-35 dakika kadar pişene kadar bekletin. Piştiğini yine aynı klasik kek pişirme yönteminden bildiğiniz gibi bir kürdan batırıp, kontrol edebilirsiniz. Batırdığınız kürdana hiçbir şey bulaşmadan çıkana kadar pişirmeye devam edin.

Bayat Ekmekli Kıbrıs Tatlısı Nasıl Yapılır?


Keki piştikten sonra fırından çıkarın. İlk sıcaklığı çıkana kadar 2 dakika kadar beletin. Daha sonrada soğuk şerbeti bir kepçe yardımı ile her tarafına yedirerek dökün. Tüm şerbeti keke eşit şekilde döktükten sonra bir kenara çekip, soğumaya bırakın.

Siz bu sürede boş durmayın. Hemen kremasını yapmaya koyulun. Bir tencereye süt, şeker ve nişastayı ekleyip, karıştırarak muhallebi kıvamında pişirin. Sonrada pişen kremayı soğutun. Sonrada soğuyan kremanın içine krem şantiyi döküp, bir mikser yardımı ile yüksek devirde bir 5 dakika kadar çırpın.

Bayat Ekmekli Kıbrıs Tatlısı Nasıl Yapılır?



Hazırladığınız kremayı soğuyan tatlınızın üzerine yayın. Sonrada bir miktar kremanın üstüne Hindistan cevizi serpin.

Krema ve Hindistan cevizi köüp, yayma aşaması bittikten sonra tatlıyı buzdolabına kaldırıp, bir 4 saat kadar beklettikten sonra çıkarın. Sonrada dilimleyip, afiyetle yiyin....

Kıbrıs tatlısı (bayat ekmekli)



Tatlıyı ağzınızı attığınız anda verdiği haz anlatılmaz; ancak yaşanır. Bence sizde hiç vakit kaybetmeden bu enfes bayat ekmekli kıbrıs tatlısından yapın. Ve o hazzı yaşayın....

Yapacak olanlara şimdiden kolay gelsin ve afiyetler olsun...

Hoşça kalın.

17 Mart 2016 Perşembe

Bir Anadolu Hümanisti Mevlana Kitap yorumu ve Celaleddin Rumi'nin Hayatı

Yazar: Radi Fiş

Çeviri: Mazlum Beyhan

Sayfa Sayısı: 286

Baskı Yılı:
 2006

Yayın Evi: Evrensel basım


Bir Anadolu Hümanisti Mevlana Kitap yorumu

Radi Fiş 1944 yılından beri Türk edebiyatı ile uğraşan bir Rus yazarıdır. Bir Anadolu Hümanisti Mevlana kitabı, tam 20 yıllık bir çalışmanın sonunda ortaya çıkmış bir eserdir.

Ahmet Ümit'in Babb-ı Esrar kitabını okuduktan sonra Mevlana'nın hayatında ne kadar eksik olduğumu anladığım için bir biyografik roman olan Bir Anadolu Hümanisti Mevlana kitabını okumak istedim. Çünkü bir Konyalı olarak, en tanınmış unvanı olan ve halen günümüze kadar büyük-küçük herkesin sevgilisi olan Mevlana Celaleddin Rumi'nin hayatını öğrenmem gerekiyordu. Bu eser sayesinde öğrendim de....

Mevlana Celaleddin Rumi'nin çocukluğundan ölümüne kadar tüm hayatını en ince ayrıntısına kadar ele alınmış bir eser. Arada büyük düşünür; yazarın tabiri ile ozanımızın eseri olan mesneviden bazı dizelerde serpiştirmiş. Güzelde olmuş...

Rumi ismini nasıl aldı?

Mevlana Celalettin Rumi yaşamının büyük bir bölümünü Müslümanların Rum diyarı adını verdikleri küçük Asya'da geçirdiği için kendisine Rumi de denilirmiş.

İlk eşi ve oğulları kimdir?

Mevlana ilk evliliğini Belhli Gevher hatun ile yaptı. Gevher Hatun ile evlendiğin de daha 17 yaşında idi. Gevher hatun en sevdiği eşi idi.Gevher'e duyduğu aşk Celaleddin'in ruhunun dilini bağlayan bağları çözmüş, ona yürek dilinin ilk sözcüklerini öğretmiştir. Zaten o öldükten sonra resmen kanadı kopmuş hissine kapılmıştır. Gevher Hatun daha Konya'ya gelmeden Larende'deyken doğurduğu iki oğlu vardı. Bunlardan büyük olan 
Veled: Baba adını ona vermiş ilk oğludur. Veled mizaç olarak çok yumuşak huylu, babasının bir dediğini iki etmeyen, babasına sadık bir çocuktur. Evliliğini babasının Şems Tebrizden sonra en çok sevdiği dostu olan kuyumcu ustası Selahaddin'in kızı Fatıma ile yapmıştır
Alaeddin: ise yine Gevher hatundan olma ikici oğludur. Bu oğlunun ismini hasta kardeşinin ismini vermiştir. Alaeddin büyük oğlu Veled'in huyunun tam zıddıdır.  Ateşli, öfkeli, kinci, asi, baş kaldıran, babasının tasnif etmediği tüm huyları üzerinde barındıran bir çocuktur. Zaten Mevlana Celaleddin Rumi'de en çok bu oğlundan çekmiş ve en sonunda onu reddetmiştir.

Celaleddin Rumi'nin ikinci eşi ve bu eşinden olma kaç çocuğu vardır?

Celaleddin Rumi ilk eşi Gevher hatun öldükten sonra bir dul kadın olan Kira hatun ile evlendi. Güzel, uysal bir kadın olan Kira hatunun ilk kocadan olma oğlu Yahya'yı da Celaleddin Rumi kendinin oğlu olarak kabul etti. Kira hatunda biri kız ve biri erkek olmak üzere 2 çocuk doğurdu.
Ama bu eşini ilk eşi Gevher hatunla yaşadıkları aşkı yaşamadı. 
Celaleddin Rumi geceleri, insan boyundaki çıraların ışığında durmaksızın, babasının söyleşilerini ve Seyid'in öğütlerini okuyordu. Gündüzleri ise; İlahiyatla ilgili çeşitli sorunlar üzerinde düşünüyor ve Arap ozanı olan Muttannabi'nin şiirlerini okuyordu.

Şems-i Tebriz'i ile ilk nerede karşılaştı?

Konya'nın merkezine yakın Selçuklu palası, Milli Eğitin Bakanlığının İl Müdürlüğünün karşında; Merc el Bahreyn'dir. Yani ''iki denizin kavuştuğu yer''

'İster parlatılmış bir metal, ister durgun bir su yüzü olsun; ayna olmadı mı, insan kendi yüzünü göremez. Bir başka insan olmadı mı, insan kendini anlayamaz; insan ancak başka insanlar aracılığıyla kendini gerçekleştirir, kendini anlayabilir. Ama insan ayna değildir. İnsan hem ışık yayıcı, hemi de yansıtıcıdır. Aynı anda hem özen, hemde nesnedir.'

Şems Tebriz-i ile hiç ara vermeden 3 ay söyleşisi olmuş. Bu süre zarfında Celaleddin Rumi'yi tanıyan herkes onun değiştiğini; adeta Celaleddin ölmüş, onun yerine bir başkası doğmuş hissine kapılmışlardı.
Çünkü Celaleddin Şems'le karşılaştığından itibaren onsuz adım dahi atmıyor. Onun yüzünü görmedi mi, gözleri nursuz kalmış gibi oluyordu. Ondan ayrı kalmaya dayanamıyordu.Onun denizinde yaşayan bir balığa dönüşmüştü. 

Onun bu haline Konya alimleri, bilginleri, sufileri ve Mevlana'nın müridleri rahatsız olmaya başladılar. Şems bu durumu görünce aziz dostu Celalaeddin'in daha fazla yaralanmaması için 15 Şubat 1246 günü ansızın çekip gitti.


Şems'in gitmesi

Celaleddin, Şems'in gitmesi ile birlikte ne doğru düzgün yiyip, içiyor. Nede diğer insanlar ile sohbet ediyordu. Hindibahri kumaşından bir bir farece diktirmiş. Rengi eski İran'da yas rengi olan 'duhani' yani siyaha yakın mor renkte idi. Şekeraviz denilen, altı geniş, üstü dar bir sarık sarmıştı. Ayağına da tıp ki Şems gibi raks etmeye uygun yumuşak deriden yapılmış, çizmeler giymeye başladı.

Bir daha ne kürsüye, ne de camide minbere çıkmadı. Onun yerine sürekli şiir, müzik ve raks toplantıları yapmaya başladı. 

Şems'in geri dönmesi

Aradan tam bir yıl geçtikten sonra üstü başı perişan bir derviş; Şemsten bir mektup getirdi. Bu muştulu haberi alan Celaleddin üzerindeki çizme ile feracesini kalenderi dervişe verdi. 
Celaleddin hemen ertesi gün aynı dervişe; Şems'e vermesi için para pul ve mektubuna cevap yazıp, verdi.
Sonrada büyük oğlu Veled'i Şam'a gönderip, Şems'i getirmesini istedi. Veled aradı, taradı; ama Şems-i Şam da bulamadı. Onun yerine Halep'te buldu.
 Sonrada Şems ile konuşup, onu ikna edip Konya'ya getirdi. 8 Mayıs 1247 de.
Şems geri geldikten sonra yine eskisi gibi coşku dolu yaşam başladı. Her akşam, bütün gece süren sema alemleri düzenleniyordu.

Şems'in evliliği

Celaleddin Rumi'nin 16 yaşında ki evlatlığı Kimya ile evlendi. 
Kimya güzel bir kızdı. Onun asi ve ateşli oğlu Alaeddin 14 ünü doldurunca kendine almak istemişti. Ama Celaleddin  çok sevdiği evlatlığını hem de 3. karı olarak -kendi oğlu dahi olsa- Alaeddin gibi birine vermek istememiş. Onun yerine Şems Tebriz'e vermişti.

Kimya'nın ölümü

Kış başlarında kuyumcu ustası Selahaddin, öbür fütüvvet erleriyle birlikte Celaleddin ve Şemseddin'i bir sema alemine çağırdı. İki gün iki gece sürdü bu sema alemi.
Bu günlerde Şemseddin evde yokken Kimya gecelemek için Kira Hatun'un yanına gitti. 3. gün ocağı yakmak için evine gittiğinde; yatağın hemen yanına, yere bırakılmış bir tepsi gördü. Üstü örtülü olan bu tepside bir tepsi baklava ve börek vardı. Tepsinin hemen yanında da koca bir karpuz. 
Baklavayı gören Kimya Şemseddin'in ona sürpriz olarak gönderdiğini düşündü. Çünkü baklava Kimya'nın en sevdiği tatlıydı. Bu sevinç ile daha fazla dayanamayıp, hemen baklavanın hepsini yedi. Karpuzu Şemseddin'e bıraktı. Çünkü Şemseddin her sema dönüşü içinin hararetini karpuzla giderirdi. Ama o kadar baklavanın üstüne iyice susayan Kimya 'bir parçacık yesem bir şey olmaz' diyerek karpuzu da kesip, bir dilim yedi. 

Öğleden sonra eve gelen Şemseddin, Kimya'nın onu karşılamadığını görünce hemen hücreye girdi. O sırada karısının bacaklarını iyice karnına çekip, yatakta kıvrandığını gördü. Kıvranışlar sonunda da öldü.

Radi fiş bu kitapta Kimya'nın zehirlenerek öldüğünü yazmış; ama Ahmet Ümit ise bab-ı esrar kitabında Kimya'yı Şems kıskançlık sonucu boğarak öldürdüğü yazıyordu. Hangisi gerçek şimdilik bir fikrim yok? Gerçeği bilen varsa benimle de paylaşırsa çok sevinirim.

Şems'in ölümü

5 Aralık 1247 perşembe günü Şemseddin hücresinde yalnızken, akşam dışarıdan kendisine seslenildiğini duydu. Ve dışarı çıktı. Dışarı çıkınca Celaleddin'in oğlu Alaeddin de içinde olmak üzere 7 kişi tarafından hançerlenerek öldürülmüş. 
Veled sürekli uykusundan bağırarak uyanıyor, ağlamaya başlıyordu. Yıllar sonra yine bir gece Veled yine dehşetten inleyerek uyandı uykusundan.
Gündüz akıl edemediğimiz, yada aklımıza dahi getirmek istemediğimiz şeyleri gece akıl ederiz. Çünkü bilinçaltı, küçük bir takım işaretleri, belli belirsiz bir takım izleri, imaları, kinayeleri, tam algılanamayan uçuk bir takım duyumları birleştirerek çalışmasını uykuda da sürdürmektedir. 
Gördüğü düşün tesiri ile yanına en sadık 3 adamını da alıp, rüyasında gördüğü yere gidip, o kuyunun içine baktı. Ve o kuyudan Tebrizli Şemseddin'in cesedini buldu. Ve o cesedi kimseye göstermeden gömdü. Çünkü iyice yaşlanan babası biricik dostunun bir cinayete kurban gittiğini öğrenirse, o acıya daha fazla dayanamaz diye düşündü.

Kuyumcu ustası Selahaddin

Şemsedin'in ölümünü sezen Celaleddin bu sefer okuma yazma dahi bilmeyen Konya'lı kuyumcu ustası Selahaddin'in aynasında hem kendi yansısını, hem de Şems'in yansısını gördü. Ve bundan sonra 13 yıl hiç ayrılmadı. Halk yine Şems'e yaptığı gibi Selahaddin'e de baskı yaptılar. Ancak Selahaddin, Tebrizli Şemseddin gibi tek başına yalnız değildi. Onun arkasında koskocaman Konyalı zanaatkarlar vardı.

Zaten yaşlı olan Selahaddin iyice yaşlanması sonucu öldü. Bir dostunu daha kaybeden Celaleddin,, Selahaddin'i kaybettikten sonra tam 5 yıl sustu. 

Selahaddin den sonra Konya ahilerinin oğlu olan Hüsameddin ile birlikte söyleşti. Onun her sözünü ve şiirini Hüsameddin kaleme alarak Mevlanan'nın tek eseri olan ''mesnevi'yi'' yazdı.

Biliyorum bu kitap yorumu, öyle alışa gelmiş kitap yorumları gibi olmadı. Ancak benim gibi Mevlana Celaleddin Rumi'nin hayatına pek vakıf olmayan kişiler için bilgi verilmesi maksatlı yazdım. Tabi kitabı edinip, okursanız daha fazla bilgi sahibi olursunuz. Çünkü kitapta bundan daha fazlası mevcut. Ben bu postu daha fazla uzatmamak adına bazı konuları yüzeysel olarak aldım. Umarım bilgi almak isteyen kişilere faydası olur....


Hoşça kalın.

14 Mart 2016 Pazartesi

YİNE BİR PATLAMA VE YİNE ÖLÜMLER

Dün hava çok güzel olmasına rağmen dışarı çıkmak istemedik. Onun yerine evde kalıp, balkonu düzenleyip; orada günümüzü geçirmeyi planladık. Öylede oldu.... İlk olarak balkonu yeniden kullanır hale getirmek için bir güzel temizleyip, bahar havasını balkonumuza da kattık. Daha sonra çocuklar ile birlikte mutfağa gidip, kurabiyeler yaptık.

Pişen kurabiyelerinizin yanına bir demlik çayda demleyip, balkonumuzda balkon sefası yaparken... Telefonum uzun uzun çaldı. Hemen bir koşu gidip, telefona cevap verince ilk aldığım cevap:
-Alo kızım neredesiniz? oldu.
-Evdeyiz baba dedim...
O sırada biran bir sessizlik oldu. Evde olduğumuza sevinen; ama sevindiği için belkide vicdanen rahatsız olan bir babanın sessizliğiydi bu...

Kötü bir haber olduğunu anladım. Ama BU KÖTÜ HABERİN ne olduğunu anlayamadığım için bende sessizce karşı hattaki sesi dinledim.
-Kızım yine Ankara da patlama olmuş...Dedi ve hemen telefonu kapattı...
O an içimdeki bahar havası yerine - tıp ki şuanda Ankara da mevcut olan hava gibi - içim  de öfke şimşekleri çakıp, hüzün yağmurları yağdı. Hemen salona geçip, televizyonu açtığımda ilk karşılaştığım görüntü: ''Ankara güven parkta toplu taşıma aracı olan egoya bir araç çarpıp, patlamış... Bu patlamanın bilançosu ise; 27 ölü ve 75 yaralı olarak gözüküyordu....''
27 ana ve baba evlatsız; sayısız çocuk ise anne ya da babasız kaldı. Ve her şeyden önemlisi tek hatası o saatte o belediye otobüsünde olmak olan 27 can daha yok olmuştu. Peki ama niçin???


Ankara patlaması hakkında yazı

İçeride uzun süre kalmam sonucu meraklanan eşim, hemen peşimden gelince oda gördü. Ekrandaki haberi...
Sonra hiçbir şey demeden sadece ekrana bakıp, daldık. İkizin içinden de fırtınalar koptuğu yüzümüzde istemsizce yansıyan yüz mimiklerimizden belliydi... :(

Bir müddet sonra: ''anne-baba ne oldu neden gelmiyorsunuz?'' diye söylenerek salona giren çocukları görünce hemen ekranı kapatıp. Yüzümüze kocaman bir yalancı gülümseme kondurup: 'HİİİÇ!'' dedik. Sonrada düşündüm:
'' Sahi ya bu ölen ve yaralanan insanlar neden öldü?. Koskocaman bir hiç yüzünden mi?'' diye...

Biliyorum hayat yine devam edecek, tıp ki diğer olaylarda olduğu gibi bir hafta - belkide dahada kısa süre sonra- hayat kaldığı yerden yine devam edecek. Yine eskisi gülüp, eğleneceğiz...
Ama ya o ölenlerin yakınları, o çocuk anne yada babasının yüzünü bir daha hiç göremeyecek? Acaba bu işleri yapan teröristler bu kadar insanın haklarını öbür dünyada nasıl ödeyecekler?...

Terörü ve terörü destekleyen tüm insanları lanetleyip, onları Allah'a havale diyorum. Allah'ın bunların belasını en kısa sürede el- kahhar isminle ceza ver... Amin!....
Hoşça kalın.

12 Mart 2016 Cumartesi

Bahubali Film Yorumu

Hint filmlerini ne kadar çok sevdiğimi ara ara paylaştığım İzlediğim film yorumlarında belirtmiştim. Dram yüklü sahnelerde çok iyi olan Hintliler; birde aksiyon yüklü bir film çekmişler. Üstelik Hintlilerin bu film için harcadıkları yüksek bütçe İnternet aleminde kulaktan kulağa dolaşırken; çok merak ettim. Ve Hindistan'ın en büyük bütçeli filmi olan bahubaliyi hemen izledim.

Bahubali Film Yorumu


İlk olarak şunu belirtmek istiyorum ki!... Ben bu film için çok büyük bir beklenti halindeydim. Ancak beklentimi karşılayamadı.

İsterseniz ilk olarak filmde hoşuma giden bölümleri paylaşmak ile başlayayım. Filmde yine Hint filmlerinde alışa-gelmiş olan Hint dans ve müzikleri ara ara var. Ben Hint danslarını sevdiğim için, bu tarz filmlerde Hint danslarının yer verilmesi hoşuma gidiyor.
Özellikle savaş sahnelerindeki görsel sahneler çok abartılı; ancak görsel sahnelerden hoşlanan kişiler için güzel.

Bahubali Film Yorumu

Filmde her ne kadar abartılı çok sahne olsa da; insan sonunun nasıl olacağını merak ettiği için filmin hepsini izliyor.,
Filmin ilk başında bir kadın tarafından kaçırılan bir bebeğin hayatının kurtulması ve o çocuğu benimseyen bir kadının hikayesi ile başlıyor. Ve o sahneleri görünce insan hemen kapatmak istiyor. Ancak sabır edin hemen kapatmayın. Eğer bu filmi görsel şölen için açtı iseniz, ilerleyen sahnelerde bir 30 dakika sonra başlıyor. Özellikle son sahnesindeki savaş stratejisi ve bahubali'nin üstün zekası çok etkileyici...

Ben bu filmi izlerken; Cüneyt Arkın'ın kara Murat filmine benzettim. Sizde kara Murat filmimi izlediyseniz. Aynen kara Murat filmindeki gibi Herkül kadar güçlü bir baş kahraman. Bu kahraman kim olduğunu bilmeden büyüyor. Ancak iç güdüsel olarak kaderi onu kendi ailesini ve hikayesini bulmasını sağlıyor.

Bahubali; aşk, dram, aksiyon, macera ve tarihi içerikli 2015 yapımı bir film. Sizde bu hafta sonu ailecek, eğlenmek istiyorsanız. Bu filmi izleyin. Yalnız filmdeki abartılı sahnelere takılmayın. Zaten hangi aksiyon filmde abartılı sahne yok ki?

Hoşça kalın.

11 Mart 2016 Cuma

Ispanaklı Kol Böreği Tarifi

Kol böreği,  rahmetli anacığımın spesiyalidir. Anacığım özellikle hafta sonları kahvaltısına bu börekten yapardı. Üstelik bizlerin yaptığı gibi öyle hazır yufkalar ile değil; el açması yufka ile yapardı. Pişirmesini ise kuzineli soba fırınından yapardı. Börek piştiği gün kuzineli sobadan burcu burcu börek kokusu gelirdi ki. Derin uykudaki insanın dahi uykusu açılır. Ve hemen kendini o böreğin başında bulurdu. Anacığım kol böreğini patates, peynir, kıyma gibi... Akla gelen her çeşit iç harcı ile yapardı. Her yaptığı ayrı bir lezzetli olsa da: Benim favorim peynirli ve ıspanaklı olandı....

Ispanaklı Kol Böreği Tarifi

 Geçen hafta sonu yufka-cıdan yufka alıp, hazır yufkadan ıspanaklı kol böreği yapmayı düşündüm. Nede olsa ev ahalisi sabah kahvaltısında sıcak sıcak börek yemeye bayılırlar. Gerçi kim istemez ki? ;)

O zaman hemen mutfağa geçip, kolları sıvadım. Niyetim onları da benim çocukluğumda ki gibi börek kokusuna uyandırmaktı. :) Ki öylede oldu zaten :D

Eee o zaman hafta sonuna 1 gün kalmışken sizde benim verdiğim tariften hemen yapın. Sonrada ev ahalisini miss gibi ISPANAKLI KOL BÖREĞİ kokusuna uyandırın... Hııı güzel olmaz mı? :)

Ispanaklı kol böreği malzemeleri

  • 4 adet yufka
  • 1 baş soğan
  • 1 demet ıspanak
  • 1 su bardağı ezilmiş beyaz peynir veyahut lor peyniri
  • 1,5 çay bardağı sıvı yağ
  • yarım çay bardağı yoğurt
  • 1 yumurta
  • Tuz

Ispanaklı kol böreği nasıl yapılır?

İlk olarak kol böreğin iç harcını hazırlayın. Bunun için önce soğanı ince ince doğrayıp, sıvı yağ içinde kavurun. 
Sonrada daha önceden bir güzel yıkayıp, kumunu temizlediğiniz ıspanakları ince ince kıyıp, kavurduğunuz soğanın içine ekleyin. Ispanaklar önce suyunu bırakıp, sonra çekene kadar ara ara karıştırarak kavurun.
Suyunu çeken ıspanaklara daha sonra tuzunu ekleyip, ocağın altını kapatın.
Bir-iki dakika beklettikten sonra peyniri ekleyip, iyice karıştırın. Sonrada bir kenara bırakın.
Şimdi sıra ıspanaklı kol böreğin sosunu hazırlamaya sıra geldi. Derin bir kaseye yoğurdu ve sıvı yağını ekleyip, iyice çırpın.

Ispanaklı Kol Böreği Tarifi

Sonrada Ispanaklı kol böreğini yapmak için ilk iş olarak yufkanın birini tezgah veyahut masanın üzerine serin. Sonrada bir fırça yardımı ile hazırladığınız sosu serpiştirerek sürün.
Sonrada yufkayı -2 yazan fotoğrafta da gördüğünüz gibi- ortadan ikiye katlayın. Sonrada katladığınız geniş kısma, hazırladığınız iç harçtan koyun.
Sonrada ne çok sıkı, nede çok gevşek olmayacak şekilde sarın.

Ispanaklı Kol Böreği Tarifi

İlk yufkayı sardıktan sonra tabanını yağladığınız yuvarlak bir bor cam yada fırın tepsinin en ortasına yukarıdaki 1 yazan yerdeki gibi yuvarlayın.
Sonra diğer yufkaları da; ilk yufkada yaptığın gibi teker teker yapıp. İlk yufkanın etrafına dolamaya devam edin.
Tüm yufkaları bu şekilde teker teker sarıp, bitirdikten sonra kalan sosun üzerine 1 yumurtayı da kırıp, iyice çırpın. Sonrada kalan tüm sosu hazırladığınız kol böreğin üzerine dökün.
1 saat kadar buzdolabında dinlendirdikten sonra daha önceden ısıttığınız 200 dereceli bir fırında üzeri nar gibi kızarana kadar pişirin.
Sonrada afiyet yiyin. ;)

Ispanaklı kol böreği nasıl yapılır?

Her ne kadar hazır yufkadan yapılmış olsa da ''anne lezzeti'' dediğimiz lezzeti damağınızda hissedebileceğiniz lezzette oluyor. Üstelik çokta basit bir beş dakikada hemen sarıp, hazırlayıp, fırına verebileceğiniz cinsten basit bir börek tarifi. Bence bu tarifi hemen deneyin. Pişman olmayacaksınız.... O zaman ne duruyorsunuz? ;)

Yapacak olanlara şimdiden kolay gelsin ve afiyetler olsun!...

Hoşça kalın.

9 Mart 2016 Çarşamba

Haftanın bloğu etkinliğinde bende varım!

Haftanın bloğu etkinliğinde bende varım!
Bloggerler arasında iyiden iyiye yaygınlaşan haftanın bloğu etkinliğine bende etkisiz kalamadım ve bugünden itibaren katılmak istiyorum. :) İlk konuğumu ise hemen hemene herkesin çok iyi tanıdığı, blog alemin bir tanecik (deep i) Sade ve derin bloğunu seçmek istiyorum. :)

Bu arada bloğu gerçekten de ismi ile orantılı sade ve derin bir blog. Öyle güzel öyküleri var ki. Bazen insan şaşırıyor. Bu kadar güzel öyküleri nasıl kurguluyor diye. Bloğunda ayrıca blog alemini desteklemek için uzun zamandan beri çeşitli bloggerlerin yazıları, çekilişleri ve etkinliklerini kendi bloğunda duyurur. Üstelik bu yaptığını tamamen karşılıksız yapıyor. Nereden mi biliyorum? Biliyorum çünkü benim düzenlediğim bir sponsor çekilişi bloğunda duyurduğu için onuda çekilişime dahil etmiştim. Çekilişi yaptığım gün ise kalbi güzel arkadaşımın, şansıda güzel olmalı ki. Çekiliş ona çıktı. Ama o çekiliş duyurularını katılmak için, değil. Duyurmak için yaptığını söyleyip. Hediyeleri kabul edemeyeceğini; ama onun yerine onun seçeceği bir arkadaşa hediyeleri göndermemi istedi. Bu kadar iyi niyetli ve içi dışı bir arkadaşın isteği hiç geri çevrilir mi? Tabi ki de kabul edip, o arkadaşa hediyeleri gönderttim.

Kendisi devamlı olarak güncellediği blog haricinde kitapta yazan bir yazarımız. Üstelik tüm bunlar yanında hemen hemene takip ettiği her bloggerin yayınına yorum bırakır. Bazen onun bu azmine çok şaşırır. Ve takdir ederim.

Bloğunda okuduğu kitap ve dergilerin yorumu dışında izlediği filmleri de paylaşıyor ki. Paylaştığı filmlerden özellikle romantik komedileri izlemek için can atıyorum. Çünkü şu sıralar benim paylaştığım film yorumlarından da anlayacağınız üzere biz çocuklar ile birlikte animasyon, eğitici yada psikolojik filmler izleyebiliyoruz.

Sade ve derin namı değer (Deeptone) ulaşabileceğiniz adresleri alta ekliyorum. Eğer ki aranızda halen onu keşfetmeyen yada izlemeyen varsa daha fazla beklemeden hemen izlesin bence....

Blog: http://sadevederin.blogspot.com.tr/

Facebook: https://www.facebook.com/Sade-ve-Derin-515492991929916/?fref=ts

İnstragram: https://www.instagram.com/thedeeptone/



Hoşça kalın.

7 Mart 2016 Pazartesi

Yüzsüz Hayat Kitap Yorumu

Yazar: Adnan Gerger

Sayfa Sayısı: 179

Baskı Yılı: 2013

Yayın Evi: Evrensel Basım

Yüzsüz hayat kitabının konusu

Gazeteci Adnan Gerger'in eserlerinden biri olan yüzsüz hayat kitabını okudum. Kitabı okurken; sanki eski bir Türk filmi izliyormuş hissine kapıldım... Çünkü eski Türk filmlerinde de olduğu gibi zengin bir ağa kızı, fakir kahyanın oğlu arasındaki aşkı işliyor.

Yüzsüz hayat kitabının konusu

Adnan Gerger bu kitapta; bir aşk hikayesini ele alırken, başka bir aşk hikayesi olan yabancı uyruklu bir kadının; Devletin gizli işleri için kullanılmak üzere yetiştirilmiş bir adamın aşkını da ara ara yer vermiş. Kitabın içindeki bu bölümü de okudukça: ''acaba bu iki hikaye nasıl kesişecek?'' diye merakla beklerken. Hiç tahmin etmediğim bir şekilde birleşti. İsterseniz nasıl olduğunu şimdi buraya yazmayayım. Çünkü okumayıp, okumak isteyen kişiler olursa onlar için haksızlık olmasın. 

Kitaptaki ağa kızı olan Nare, doğduğu an annesini kaybetmiş, istenmeyen bir kız evladıdır. Nare töreye inat okuyan, doktor adayı olan bir bilgili kız olduğu için. Babasını ve törenin baskılarına sürekli cesur yüreklilikle karşı çıkıyor. Tabi bu çıkışları sonucu önce yüzünden; sonrada canından oluyor... Evet ufak bir tüyo olsun. Bu kitap alışık olduğumuz Türk filmleri aksine hüzünle, ölümle sonlanıyor...

Yüzsüz hayat kitabında kurgulanmış bir olay anlatımından ziyade; toplumuzda ki halen var olan töre anlayışını anlatan gerçek bir hikayeyi resmediyor. Kitapta Nare'nin çok güzel sözleri vardı. Şimdi buraya özellikle çok beğendiğim ve altını çizdiğim bir kaç sözünü eklemek istiyorum.

''Aşk ne kadar verirsen o kadar almaktır. Aşk, ne kadar kendini kendinden azaltırsan o kadar çoğalmaktır. Aşk, en yalnızlığında, en korunmasızlığında suçlanan bir alfabede her harfi umuda çevirmektir. Aşk, yaşamda var olmanın doğru orantısıdır. Aşk, bir insanın ömrüne sunduğu tüm sanatların en güzel toplamıdır''

''Baba bir insan bir kurşunla bir kere vurulur, bir kere ölür. Bir insan her gün kalbinden vurularak her gün ölür mü? Ben her gün öldüm. Her gün kalbimden vuruldum, öldüm yaşarken. Bunun ne demek olduğunu sen bilir misin, baba...''

Adnan Gerger'in yüzsüz hayat kitabındaki sade, yalın anlatım ve zekice kurulmuş kurmaca sayesinde sıkılmadan okunabilecek bir kitap türü. Eğer sizlerde kafa dağıtmak maksatlı kurgusu güçlü bir kitap okumak isterseniz. Yüzsüz hayat kitabı bir tercih olabilir.

Hoşça kalın.

4 Mart 2016 Cuma

Havuçlu sütlaç tarifi

Havuç, gözlere iyi geldiği için genellikle çocukların meyve saatinde bol bol soyup, keser veririm. Mucizevi meyve ister tatlı, ister tuzlu çeşit olsun. Nereye girse yakışıyor. Bildiğiniz üzere havuçlardan, havuçlu irmik helvası yapmışlığım var. Maden havuçlu irmik helvası büyük bir iştahla yendi. O zaman neden havuçlu sütlaç olmasın ki? diye düşünüp. Hemen bir koşu mutfağa gidip, havuçlu sütlaç yapmaya koyuldum. İsterseniz sizde takılın peşime de birlikte yapalım... (hııı olma mı?)

Havuçlu sütlaç tarifi


Havuçlu sütlaç malzemeleri

  • 4 su bardağı süt
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 1 su bardağı su
  • 3 adet orta boy havuç
  • Yarım su bardağı pirinç

Havuçlu sütlaç nasıl yapılır?

İlk olarak bir su bardağı su içinde pirinçleri yıkayıp, haşlıyoruz. Daha sonra haşlanan pirinçlerin üzerine sütü ekliyoruz. Sonrada havuçları rendeleyip, ekleyin. 
Sonrada ocağın altını kısıp, ara ara karıştırarak (dibine tutmaması için) bir 10 dakika kadar pişiriyoruz. 
En sonunda şekerini ekleyip, bir iki taşım kaynattıktan sonra ocağın altını kapatın. Burada sütlaç malzemesi olarak havuç kullandığımız ve havuçta şekerli bir sebze olduğu için şeker miktarını isterseniz biraz azaltabilirsiniz. 





Havuçlu sütlaç nasıl yapılır?





Ocağın altını kapattıktan sonra servis edeceğiniz kapların içine sıcağı sıcağına koyun. İlk sıcaklığı geçene kadar tezgahın üzerinde. Daha sonrada buzdolabının içinde 2-3 saat kadar bekletin.

Sonrada afiyetle yiyin...


Yapacak olanlara şimdiden kolay gelsin ve afiyetler olsun...


Diğer sütlaç tariflerim ise burada

Hoşça kalın.

2 Mart 2016 Çarşamba

Kuşunu kız evladı yerine koyan ana

Evimizde evcil hayvan olarak bir kuş beslediğimizi burada ki yazımda paylaşmıştım. Bizim bu kuş bir akşam huysuzlandı. Tuhaf tuhaf sesler çıkarıyor. Sen sanırsın boğazında bir şey kaldı kuş boğuluyor. Öyle acı acı bağırınca korktuk. Hemen kuşu elimize alıp, boğazında bir şey mi kalmış bakalım dedik. Ama bu seferde ele gelmiyor, sen eline almak istedikçe kanat çırpıp sağa sola kaçmaya çalışıyor. Hatta kaçmaya çalışırken kendini kafese vurmaya başlayınca korktuk. Daha fazla tedirgin olmasın diye kafesinin kapağını açık bırakıp, kuşu öylece bıraktık.


Aradan bir 5 dakika geçti geçmedi. Bizim cici kuş acı acı ötmeyi bırakıp, sessizleşti. ''hııı karın ağrısı ne ise; geçti sanırım'' diye düşünürken de bu sefer kafesi gagalama sesi duyuldu. Hemen bir koşu kafesinin yanına gidip, kuşa baktığımızda gördük ki. Bizim cici kuş yumurtlamış. Üstelik yumurtlamayla kalmamış o yumurtasını gagalayıp, kırmış.
Önce bir şaşırıp: ''Eyvah ne oluyor?'' dedik. Ama daha sonra evinde kuş besleyen ve kuşlar hakkında bilgisi olan kişilerden öğrendik ki. Bizim cici kuş bir erkek kuşun yanına konulması gerekiyormuş. Böylece yumurtası boş olmaz. Yavrusu olurmuş. Yani anlayacağınız cici kuş ana olmak istiyormuş!...

Anaaaaa! ne olacak şimdi!! Ben bu kuşun yanına ikinci bir kuş istemem. Sonuçta bu kuşun bakımı zor. Yok yemini suyunu değiştir\kafesini temizle\kuşun tırnaklarını kes ve yıka... şeklinde bir sürü sorumluluğu var.
Üstelik bu kuşun arada kafesin dışına çıkıp, uçması gerek ki. Zavallı kuş uçmayı unutmasın. Dışarı çıkınca bir iki uçtuktan sonra rahat durmuyor, yok evdeki alçıpanları, kapı pervazlarını, parke süpürgeliklerini gagaladığı için, evin içini harpten çıkmış bir ev gibi delik deşik yapıyor. O yüzden dışarı çıkarsan olmuyor. Dışarı çıkarmasam ise ana yüreğim el vermiyor. Nede olsa oda kuş muş olsa da benim üçüncü yavrum. Tek kızım :)
Tek kuş olduğu halde bu kadar büyük sorumluk sırtımda olunca; ikinci bir kuş demek. Bu sorumlukların iki katı sorumluk demek oluyor. Yok yok kalsın ben onu mümkünse almayayım....

Eeee o zaman geriye tek seçenek olan bu kuşu erkek bir kuşu olan başkasına vermek kalıyor. Yumurtlayıp, yavrula-yana kadar orada kalsın. Yumurtlayıp, yavruları çıktıktan sonra geri alırız... İlk başlarda bir ''iyi tamam. Bende bu sayede biraz bu kuşun sorumluluğundan kurtulup, rahat bir nefes alırım.'' dedim. Ama sonra bizim kuşa talip çıkınca ben hemen geri adım attım...

Çünkü kuş dahi olsa onu bir yavrum olarak benimsediğimi daha önceden belirtmiştim. Benim gibi sahip olduğu kişileri kıskanan bir ana; kuşunu da kıskanıyormuş. Kıskançlıkta yeni bir boyut dahi olsa gerçek bu... :/
Ben kuşumu başkalarına vermeye kıyamadım.  :(
Ben bu şekilde evcil kuşunu geçici bir süreliğine veriyormuş-dan ziyade sanki kızını başkasına veriyormuş gibi tepki vermemi gören eşim bana: ''Sen kız anası olsa idin; damadın olacak olan oğlan yandı gülüm keten helvası olurdu'' dedi

Onun söylediğine göre ben kızımı kimseciklere vermez, başıma yastık yaparmışım. Hıhhh hiçte bile!!! Kızım istedikten sonra onun evlenmesine neden razı olmayayım ki? (yalnız burada hatırlatayım olmayan bir kız için tartışıyoruz :))

Sahi ya bu kuş şimdi ne olacak? Acaba bu şekilde onu vermeyerek, onun analık hakkını elinden mi almış oluyorummuki??

Hoşça kalın.