28 Şubat 2015 Cumartesi

DAVINCI'NİN ŞİFRESİ KİTAP YORUMU

Yazar: Dan Brown

Çeviri: Petek Demir

Sayfa Sayısı: 495

Baskı Yılı: 2004

Yayın Evi: Altın kitaplar


Dan Brown 'ın ilk okuduğum kitabı olan Davincinin şifresi kitabını büyük bir zevkle, şifrenin ne olduğunu, nasıl bir sonuca ulaşılacağını merak ederek okudum. O sebepten son zamanlarda okuduğum en güzel ve de sürükleyici bir poliyise romanı idi...

Kitap, ilk olarak Louvre müzesi müdürü olan Jasqes Sauniere'nin öldürülmesi ile başlıyor. Öldürüldüğü akşam Sauniere, simge bilimci olan Robert Langdon ile buluşacağı randevu defterinde yer alması ve ayrıca müdür ölmeden önce kendi kanı ile onun ismini de sırf torununa onunla iş birliği yapmasını anlatmak için verdiği şifre sonucu, müdürün cinayeti ile simge bilimci Robert suçlanıyor. 

Sauniere'nin torunu Sophie ''büyük babasının ona anlatmak istediği bir sır olduğu, ve o sırrı çözerken yanında Robert Langdon da olmasını istediği için ismini yazdığını'' düşündüğü için simge bilimci ile iş birliği yaparak büyük babasının cinayeti arkasında ki sırrı çözmeye başlıyorlar.

Sauniere büyük bir tarikatın son üyesi olduğu içini aktarılması gereken, büyük bir sırrı vardır. Bu sırrını torununa aktarmak için şifreler kullanır. Sophie ve Robert Langdon bu sırrı çözmek ile uğraşırken, Robert bu işle yakından ilgili düşündüğü bir kişiden yardım almak için Sophie ile onun evine giderler. Ama kitabın sonunda anlaşılır ki o yardım aldıkları kişi aslında kutsal kasenin peşinde olan kişiymiş.

Başarlı yazar Dan Brown, Davinci'nin meşhur eserlerin de İsa ile ilgili tarihi sırlar hakkında ip uçları bıraktığına değiniyor. Davinci'nin son akşam yemeği atlı meşhur bir eserinde yer alan İsa'nın yanında oturan kişinin aslında Magdalalı Meryem olduğunu söylüyor. Bu resim ile de anlaşıldığına göre Hristiyanlar için kutsal sayılan, kutsal kase aslında bir dişiyi gösterdiği vurgulanıyor. 

Olaylar simge bilimci Robert Langdon ve Sophie etrafında dönüyor. Bu kişiler  çarpıcı zekaları ile küçük ayrıntıları fark etmesi sayesinde tek tek bütün sırları çözmeye başlarlar. Kitabın sonunda Sophie Magdalalı Meryem'in soyundan geldiğini ve bir büyük annesi olduğu ortaya çıkıyor.

Bulmaca çözmekten hoşlanan ve ayrıca polisiye tarzı romanları okumaktan zevk alan kişilere öneririm. Çok akıcı vede sürükleyici bir kitaptı. O sebepten bu kitabı büyük bir zevk alarak  okursunuz...



Hoşça kalın.

26 Şubat 2015 Perşembe

KEYFİ KÖPÜRT KAMPANYA YAZISI VE YAŞADIĞIM HAYAL KIRIKLILIĞI

İki hafta önce, FikriMuhim  bana gönderdiği: Nestlenin yeni köpüklü bir markası olan ve kampanya ismi de  #KeyfiKöpürt olarak bilinen bir ürünü, küçük bir metal kutuda geldi...


Kutunun içinde bir tane klasik fikrimuhim mektubu,   150 gram köpüklü nestle coffee mate, 50 gram nescafe vardı.

Kahve içmeyi çok seven bir aile olduğumuz için bu paket bizim evde büyük bir sevinçle karşılandı. Üstelik birde coffee mate'nin üstündeki cappucino gibi köpüklü resmi, resmen bizi bizden aldı :D

Ama paket pazar sabahı elimize ulaşınca, biz o gün dışarı çıkmamız gerektiği için paketteki kahveyi denemeden dışarı çıktık.

Akşam eve dönüşte bizi eve yeni evli çiftler bırakınca; onları bırakmadım, eve davet ettim ''birer kahve içelim'' diyerek.

Aslına bakarsan onları davet ederken aklımda Türk kahve yapmak vardı. Ama eve gelinde mutfağın tezgahında olan caffe mate' yi görünce hemen fikrimi değiştirip. Paket elimde salona girip:
-Gençler size, bana yeni gelen nestle kahvesinden yapayım mı? Henüz tadına bizde bakmadık. Ama tıp ki cappuccino gibi olduğu belli. Bakkkk resminde gözüküyor.
Diyerek sen bu kahveyi bir öv, öv, öv... Sonunu düşünmeden. ;)

Onlarda bu kadar övgü duymuş kahveyi merak ettiler tabi,'' tamam olur'' dediler.

Hemen mutfağa geçip su ısıtıcısına su koyup kahveyi önerildiği gibi fincanlara bir tatlı kaşığı nescafe, 3 tatlı kaşığı nestle caffe mate koydum. (Ekstra şeker koymama gerek yoktu zaten ikram edeceğim herkes şekersiz sevdiği için)

Su kaynadıktan sonra tatlı kaşığı ile karıştırarak yavaş yavaş sıcak suyu koyuyorum. Önce ilk başta öyle bir köpürecekmiş gibi geldi ama daha sonradan tüm köpük sönüp sadece yüzünde küçük bir tabaka köpük görünce resmen hayal kırıklığı yaşadım.. :(

Hayırrr o değil. Ben şimdi içeridekilere bu kahveyi vermeye, o kadar övgüden sonra utanırım. :)
Şimdi ne yapsam acaba dur bir kaşık daha caffe mate koyayım dedim. Ve bir fincana denedim... Ama bu seferde sonradan konan caffee mate topaklanmasın mı? 
Puffff aldım mı başa belayı. İçerde kiler benden öyle boool köpüklü bir kahve bekliyor. Zaten onların yerinde olsam bende onlar gibi öyle bol köpüklü kahve bekler. Gelen kahve bu şekilde olursa da dalga geçer, o kişiyi yerden yere vururum.. :) 

Ben bunu yaparsam, kim bilir onlar neler neler yapar. Birde bunun koca kısmı var ki onun diline düşmek zaten bir ölüm.
'' Oyyy oyyy ne edem, ben şimdi ne edem. Evde cappuccino olsa hemen bunları döküp ondan yapacağım, ama evde ondanda yok. 

O değil, biraz daha beklersem şimdi yaptığım kahvelerde buzz gibi olacak. En iyisi mi yüzümü karatayımda içeriye bu kahveleri götüreyim. (Hem zaten bu ürünü ben mi yaptım canım. banane nestle güzel bir ürün üretemediyse benim suçum ne? :) Hiççç yani...:D)


Elimde tepsi ile salona girer girmez hemen ilk espriyi patlattılar '' Sultan kahveyi yemenden mi getirdin yoksa(!)'' diyerek. Onların o esprisine içimden ''Hıııı öyle, sen birde köpüğünü görünce asıl o zaman gör'' diyerek  ikram ettim.

Hemen kahveyi ellerine alınca, bizimkiler kahkahayı bastılar..'' Yok Sultan sen bunun köpüğünü unutmuşsun, yoksa yolda köpüğünü mü düşürdün, yok efendim bu cappuccinonun yandan çarklısıymış, gibi... Bir sürü soğuk esprileri duymaya başladım.

Yani sözün özü bu seferki, kampanya ürününü öyle paketin üzerindeki resim gibi köpük olmadığı için, hayal kırıklığına uğradım. Evet köpüğü pek yoktu ama kahvenin tadını öyle süt gibi yine bozmadan kahve kokusu vede tadını alarak yumuşama söz konusu idi. O sebepten ''köpüklü olup olmadığı pek önemli değil. Ama yeter ki kahvenin aromasını bozmasın, biraz yumuşatsa yeter derseniz'' Bu kahve kreması tam size göre olur.

Hoşça kalın.

25 Şubat 2015 Çarşamba

EFE'NİN KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

Efem, canım kuzum;  abisinden sonra Allah'ıma binlerce kez şükürler olsun ki Kuranı kerime geçti....

Yeni evimize taşınırken, henüz 68 aylığını doldurmamış olduğu için Efe'yi okuldan almıştım. Daha sonradan bu seneyi evde yanımda kalsın. Ama öyle boş geçmesin, ona Kurna-ı Kerim öğreteyim diyerek plan yapmıştım.

Buradaki yazımda da paylaştığım üzere Efe bazı zamanlar beni çıldırtma(!) eşiğine getirmiş olsa da, :) sonunda benim azmim ve kuzumun da gayreti ile Kuranı-ı Kerime geçtiiii!...

KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

 Oğluşum Kur'anı Kerime geçince benden tören yapmamı istedi. Bende onun bu büyük başarısını ödüllendirmek adına ondan küçücük bir töreni esirgemedim... Kabul ettim...

KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

Töreni, pazar günü aile içi bir kutlama halinde yaptık. Kuzumun gözlerinde vede suratında olan kocaman gülümseme ile evin içinde sevinerek gezip, ona verilen hediyeleri alması gerçekten de çok güzel bir durumdu. :D

KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

Kur'an-ı Kerime geçme töreni için hazırlıkları yine bir hafta öncesinden Efe'nin fikrini alarak yaptım. Önce bilgisayardan Kur'an-ı Kerime geçtim vede inşallah hafızlığını görürüz adlı birer banner hazırladım. Daha sonradan onun çıktısını alıp masa süslemesinde kullandım. Süsleme olarak ise peçete ponpon vede balonlar ile yaptım.

KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

İkramlık olarak ise; çörek otlu kurabiye, kelebek kurabiyesi vede pekmezli kurabiye yaptım. Yaş pastasını da kuzumun istediği gibi çikolatalı yaptım. Ayrıca ilk şeker hamuru denemem olarak şeker hamurdan pastanın kenarına tespih şeklinde yaptım. Yaş pastanın üzerine de bir cüz resmi olarak defter evde onun üstünde de Kur'an-ı Kerim harflerini yazmıştım. Ama pasta evin içinde beklerken sıcaktan harfler eridi :( Ama bence ilk deneme göre fenada olmadı hani... :)


Vee tarifi yakında gelecek olan sucuklu bayat ekmek köftesi vede çiz kek vardı. İçecek olarak ise el yapımı meyve suyu bu mamalara eşlik etti.

KUR'AN-I KERİME GEÇME TÖRENİ

Yorucu ama bir o kadar da eğlenceli vede güzel bir Kur'an-ı Kerime geçme törenimiz oldu...


Ne diyeyim darısı hatim töreni için olur inşallah.... :)

Bu arada çocuklarını Kur'an-ı Kerime geçmesini isteyen tüm ananların evlatlarına da nasip olur inşallah......(amin)

Hoşça kalın.


23 Şubat 2015 Pazartesi

KİTAP MİMİ CEVAPLARIM

Merhabalar arkadaşlar, bugün aslında sizlere pazar günü yaptığımız Efe'nin Kur'an-ı Kerime geçme törenini yazmak istiyordum. Ama maalesef ki resimleri düzenleyip daha sonradan kayıt etmek biraz zaman alacağı için, bugün yayınlayamadım. En kısa zamanda o postta gelecek takipte kalın :)

Ama onun yerine; en son yayınladığım posta, Gökkuşağı hikayesi ''bende bir miminiz var cevaplarsanız çok sevinirim'' diyerek bir yorum bırakınca onun nazik ricasını boş çevirmemek adına, ve ayrıca kitap mimi olduğu için bir ayrı ilgimi çektiği için bu kısacık bir arada mimi cevaplamak istedim. Umarım okurken sizleri eğlendiren bir mim olur. ;)




1) kışın okumalık favori kitabın var mı ?


Ben kitap okumayı öyle yazın şu kitapları, kışın bu kitapları okumak istiyorum diyerek çerçevelemekten ziyade; o anki ruh halime göre hangi kitabı okumak istersem hemen elime alıp o kitabı okurum. Ve o kitap bitene kadar da okumaya devam ederim. Evet, böylede bir huyum vardır, bir kitap bitmeden başka bir kitaba başlayamam.


Ama bu soruya bir cevap vermek maksatlı sizlere şunu söyleyebilirim. En son elimde olan kitaplardan biri olan Dan Brown'ın, Davinci şifresini okuyorum. O bitince de yine aynı yazarın dijital kale kitabını okuyacağım.


2) kapağı mavi olan bir kitap ?

Hımmm durun bir eski okuduğum kitap arşivine bakayım ve hemen ilk karşıma geçen mavi kapaklı kitabı sizlere belirteyim...




Buldum buldum... Dini bir kitap olan ilahi yardımlar kitabı en son okuduğum mavi kapaklı kitap..

3) yılbaşı ağacında yıldız olarak kullanabileceğin bir kitap ?

Yılbaşı kutlamadığım için, doğal olaraktan hiç yılbaşı ağacı süslemedim. O sebepten, maalesef ki bu soruya cevap veremem.

4)kış tatili için mükemmel olan kurgusal bir dünya?

Kış tatili denince aklıma gelenler... Sessiz bir evde kanepeye uzanmışım üzerimde batta haniye elide kitabımı okumak geliyor. Bu arada tabiki birde kış denince ilk akla gelen kar... Kar yağmasını çok seviyorum. Ama kar yağarken dışarıda olmaktan çok, sıcacık evimin penceresinde izlemesini daha çok seviyorum..


5)birlikte kış tatiline gidebileceğin bir kitap karakteri?

Yokk... Evet yok, ben hayali dahi olsa tatile eşim vede çocuklarım ile gitmek isterdim. Çünkü o zaman, aklım onlarda kalmadan doya doya eğlenebilirim. Hazır çocuklarda tatillerde bize ayak uydurmaya başlamışken onlar ile bol bol tatillere gitmek isterdim...

6) favori bir tatil içeceğin, atıştırmalığın ve filmin?

Evde ve tatillerde devamlı olarak içtiğim ve içerken zevk alarak içtiğim içecekler arasında yer alan kahve... Türk kahvesi, nescafe, sütlü kahve, capicuna fark etmez, Hepsi dahil...
Film ise çocuklar ile birlikte izlediğim animasyonlar ya da kore filmlerine bayılırım. Tabi bu filmlerin yayında olmazsa olmazımız olan mısır patlaması...


Neee!... Bitti mi?.. Yaaa böyle iyiydi ama ;) Başka mim yok mu? Başka mimleriniz varsa bana gönderin anacığım hepsini zevkle cevaplarım :D

Bu güzel ve eğlenceli mimi bana gönderdiği için gökkuşağı hikayesine buradan BİR KEZ DAHA çok teşekkür ederim.  


Hoşça kalın.

20 Şubat 2015 Cuma

KABARTMA TOZLU PİŞİ TARİFİM

Kız anaları olan bloggerleri bir kıskanıyorum kıskanıyorum ki sormayın; onlar kızları ile birlikte analı kızlı kurabiyeler, pastalar yaparken, ''ahhhh keşke benim de bir kızım olsa idi, ben onunla neler neler yapardım'' diyerek iç geçiriyorum.. ;) Ama sonradan ampuller yanınca bu seferde '' Sultan sende kuzularınla yap, mutfak işi, kız işi değil ki, erkeklerde fevkalade yapar. Üstelik dünyanın en iyi aşçıları erkek unuttun mu? Hıhhh söyle bakim'' diyerek bu seferde hemen çocuklar ile aktivite amaçlı bir şeyler yapmak için hamur yoğurup, daha sonrasında ise işe koyuluyorum.

Önce çocuklara beraber hamur işi yapalım mı diyerek soruyorum. İkisi bir ağızdan EVEEEEEEEEEEEET diyerek şen şakrak cevap verince iyice iştaha gelip. Hemen o iştahla hamur yoğurmaya koyuluyorum. :) Bu sefer ki hamurumu, bizim yörede pişi olarak bilinen hamur kızartması için yoğurdum.

Bizim yöre pişileri; bayram arifelerinde herkes evinde koca leğenler ile yoğurduğu mayalı hamurları en az 3 kişi ile birlikte imece usulü yaparak eşe-dosta, komşulara dağıtırlar...

Ben hamurumu bizim yöredeki kişiler gibi mayalı yapmadım. Onlar pişi hamurlarını mayalı yapar ve onların yaptığı pişiler çok yağ çeker. Ben ise, öyle yağlı hamurlardan ziyade yağ çekmeyen hamur yapmak istediğim için. Hamurum biraz daha sert yoğurdum. Çünkü aslı, cırcıvık ele yapışan bir hamur ile yapılır.


Peki sonuç mu? Sizce güzel olmazsa hiç buraya ekler miyim ;) Tabi ki çok güzel oldu... Buraya eklediğim her tarif denenmiş ve güzel olduğu için eklenmiştir. Yoksa diğer türlü yapıp-da güzel olmayan ve onun için buraya eklemediğim çoook tarif var... Eeee mutfak işi deneme yanılma işi, yapa yapa elde alışır; doğru tarifte bulunur. ;)


Tamam tamam sustum tarife geçiyorum... :

Kabartma Tozlu Pişi Malzemeleri


  • 1 adet yumurta
  • yarım su bardağı süt
  • yarım su bardağı yoğurt
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • Aldığı kadar un

Kabartma Tozlu Pişi Nasıl Yapılır?


 Un hariç tüm malzemeleri bir kabın içine alıp iyice karıştırın. Daha sonra azar azar unu ilave ederek ele yapışmayacak şekilde bir hamur elde edin. Hamuru yoğurma işlemi bitince bir temiz bez ile üzerini örtün. Hamur dinlenirken sizde hamur açma yerinizi ayarlayıp gerekli malzemeleri ortaya çıkarın. Sonra bir tavaya da sıvı yap koyup hazır edin. Tüm bu işlemleriniz yaptıktan sonra hamurunuzun üzerini açıp, hamurdan parçalar koparıp bezeler yapın.


Hamur açma yerinize bezelerden birini koyup merdane yardımı ile kurabiye hamuru inceliğinde açın. Daha sonra açtığınız hamurdan kurabiye kalıplarını çocukların eline verin onlar şekiller yapsın. Onlar açtığım bezenin birine şekiller yaparken ben başka bir bezeyi yine açtım, onuda farklı bir sunum şekli olsun diyerek bir bıçak ile hamuru çubuklar şeklinde kestim. 


Tüm hamuru bu şekilde biraz çubuk hatta çokça çubuk şeklinde, birazda kalp ve çiçek şeklinde şekiller vererek bitirdik. Daha sonra o hamurları daha önceden yağ koyduğum tavanın altını açıp önce bir ısıttım. Sonra ısınan yağa kestiğim hamur parçalarını atarak arası vede önün altın gibi kızarana kadar kızarttım.




Pişi (hamur kızartma) işimizi yapınca evin içine mis gibi bir koku yayılınca hemen sıcağı sıcağına yemek için bir çay demleyip daha sonrada peynir zeytin Allah ne verdi ise masaya koyup kocişkoyu çağırdık. O önce bir 
-Yaaa pişi çok yağlı oluyor mideme dokunuyor diyerek biraz burun kırın etti filan ama.
Daha sonrasında sofraya oturup yemeye başlayınca:
-Immm bu çok lezzetli olmuş,üstelik hiçte öyle yağ çekmemiş diyerek hepimizden fazla yedi..:D


Analar çocuklarınıza ister kahvaltı ister başka bir öğünde yemeleri için yapın. Öyle yağda kızarmış olmasına rağmen hiç yağ çekmeyen, lezzetli pofuduk pişilere sahip olmuş oluyorsunuz... :)


Hoşça kalın...

18 Şubat 2015 Çarşamba

LOREAL EXCELLENCE INTENSE İLE TÜM BEYAZLARINIZDAN KURTULUN

İki kardeş birbirlerini kedi köpek gibi yemeye başladıklarında herne hikmetse hep arada kalan ben olur. Ve o kabak gelir dolaşır yine benim başımda patlar... :(

Bende her seferinde önce sorununu çözmeye çalışır. Bazen çözer, ama bazende çözemeyince hemen muslukları açar eşimin yanında salya sümük böğüre böğüre ağlarım.''üğğğğ ben bu çocukların kavgalarından bıktım\ üğğğ Eften püften her şey için kavga etmeye başladılar\  üğğğğ Sürekli arada kalmaktan sinir küpü oldum\  üğğğğ Şuna bak ya saçlarım üzerine sanki kar yağmış gibi stresten iyiden iyiye bembeyaz oldu....'' diyerek eror vermeye başlayınca.

Bizimki güya beni teselli ediyor; önce bir ''oyy kıyamam, yaaa öylemi bak haylazlar sizi, anneyi nasıl üzmüşler öyle'' filan dedikten sonra. 
-Aşkım senin saçların stresten değil irs-ilikten kaynaklanan beyazlama var. Üstelik öyle sanki üzerine kar yağmış derecede kötü durmuyor.
-yaaa öylemi, peki nasıl duruyor nerelerde beyaz var?
-Hımmm dur bakıyım şuradan bir tutam var, burada da bir tutam var, aaa arkada da bir tutam var biraz da önünde derken... Ben iyiden iyiye sinir oldum. O anda şeytan diyor ki elime bir makas al tüm saçlarımı hart hart kes diyor, ama şimdi şeytana uymakta olmaz. En iyisi mi ben eşimi çocukların yanına havale edeyim de birazda o onlarla ilgilensin de; görsün bakalım çocukların arasında kalmak insani sinir küpü yapıyor muymuş, yoksa yapmıyor muymuş?... Diye düşündükten sonra..
-Tamam tamam sus ya, sen beni daha çok sinir ettin, git çocuklara birazda sen bakta ben biraz kafamı dinleyeyim diyerek babayı çocukların yanına postalayıp; biraz kafa dinledim.

.............

Bu konuşmadan bir iki gün sonra bana tavsiye evinden bir paket geldi. İçinde de daha önceden yaptıkları anket sonucu seçtiğim gerçek saç rengim olan siyah rengi saç boyası çıktı...

Paketin içinden çıkanlar; yoğun parlak siyah renkte saç boyası, boya öncesi ve sonrası kullanılmak üzere bir serum ve birde bakım kremi de göndermişler.


Ayrıca paketin içinde dergi vede loreal excellence ıntense boyasını 9.90 a alman için indirimli kuponlarda vardı. Dergilerden vede kuponlardan birer tanesini kendime ayırdım geri kalanlarını dağıttım bile. :)

Paketin içinde ayrıca bir tane loreal excellence kalemi ve tavsiye kanalının klasikleşmiş hediyesi haline gelen buzdolabı süslerinden de iki tane vardı. Koskocaman paket içinde çıkan hediyeleri görünce çoook sevindim.


Hemen bu paket elime geçer geçmez saçlarıma boyayı uygulayıp sonucunu gördüm. Artık saçlarım da, değil gözle bakınca, eline büyüteç alıp arasan yinede bir tek tel dahi beyaz bulamazsın. 

Saçlarımda olan beyazlar yüzünden saçlarımı sık sık hemen hemene her markanın boyası ile boyadım. Ama daha önceden boyadığım markaların boyalarında hiç bir zaman beyazlarım tamamen kapanmazdı. Arada muhakkak bir iki tel kalmış olurdu. Ama bu loreal excellence ıntense yoğun parlak siyah sayesinde saçlarım paketin üstündeki kızın saçları gibi oldu :)

Çünkü buda benim için önemli idi, ben daha önceden aldığım saç renklerinde beyaz saçlarım normal boyanın renginden biraz daha açık, koyu siyah saçlarım ise paketteki boyadan çok daha koyu olurdu. Yani öyle tüm saçlarım aynı renkte değilde sanki röfle yaptırmışım gibi koyulu ve açıklı bir renk saçımda olurdu. O sebepten bu şekilde tüm saç rengimin aynı ton ve renkte olmasına göz aşinalığımız olmayınca ailecek biraz şaşırdık.

Çocuklar ara ara gelip saçlarıma bakıp alışmaya çalıştı; zira eş de aynı şekilde... Hatta kocişko ''saçlarım çocukların stresi yüzünden bak iyice beyazlaşmış diyordun. Ne oldu bu stres fazla geldi bu seferde derdinden iyice karardı mı?'' diyerek çok soğuk bir espri dahi yaptı. :D Ama şunu söyleyebilirim ki onun dahi bu saçlarıma alışması için bir iki gün geçmesi gerekti.

Tamam çocukları ve eşi anladım ama ya bana ne oluyor?.. Bende aynaya her baktığımda karşıma çıkan ben, ben değilde sanki başka biriymiş gibi oldum. Bırak onları benim dahi alışmam biraz zaman aldı... Ama şunu söyleyebilirim ki ben bu loreal excellence ıntense yoğun parlak siyah rengini tuttum... :) bence saçlarını evde kendileri boyayan herkes bu saç boyasından deneyip sonucu kendi gözleri ile görmeleri lazım...

Resmen bu saç boyası sayesinde çocuklarında deyimi ile bir 10 yaş kendimi gençleşmiş gibi hissediyorum...

Hoşça kalın.

16 Şubat 2015 Pazartesi

SEVGİLİLER GÜNÜ MASAM

''Sevgililer gününü bu yaşına geldin halen kutluyor musun?'' '' Sen sevgililer günü ne için kutlandığını biliyor musun?'' '' Siz sevgili misiniz de sevgililer günü kutluyorsun?'' gibi bir sürü sorulara maruz kalsam da, ben sevgililer günü kutluyorum. Çünkü yüce yaradan tüm günleri itina ile kutlamam için bana bir duygu vermiş ki. İllaki kutlamam lazım yoksa kendimi kötü hissediyorum.

SEVGİLİLER GÜNÜ MASASI

Sevgililer günü kutluyorum!... Çünkü kalbimde sevgi var. Üstelik bu sevgi sadece eşime duyduğum bir sevgi değil. Çocuklarıma, aileme, akrabalarıma, arkadaşlarıma, tanıdıklarıma, komşularıma ve tüm müslüman kardeşlerime karşı duyduğum bir sevgi... O yüzden kutluyorum... Bence kalbinde sevgi olan, birilerini seven, insanlardan korkmamalı. Aksine kalbi taşlaşmış vede kalbinde hiç kimsenin sevgisini beslemeyen kendinden başka hiç kimseyi umursamayan insanlardan korkmalı. Çünkü bu tarz kişiler kendi nefis ve çıkarları için hiç kimseyi umursamadan incitip, harcayabilirler...

Tüm bunları bildiğim için; ben 'sevginin tüm dünyaya yayılması' için bol bol dua ediyorum....

SEVGİLİLER GÜNÜ MASASI


Sevgililer gününü 31 yaşına merdiven dayamış biri olarak halen kutluyorum. Sanırım bende ki bu heyecan vede sevgi devam ettikçe 40 yaşında belki 70 yaşında da kutluyor olacağım... Üstelik ben öyle bir gerekçe için ya da birilerini anmak için değil. Aksine şuanda dünyada olup etrafımda sevdiğim kişilere sahip olduğum için kutluyorum. Çünkü biliyorum ki bu zamanda seni seven vede senin sevdiğin kişilere sahip olmak bir lüks...

SEVGİLİLER GÜNÜ MASASI

Kutlama dediysem öyle büyük şaşa-vatlı şeyler değil... Ki zaten öyle büyük kutlamalardan oldum olası pek haz etmem. Küçük mütevazi o güne özel hazırlanmış bir masa vede yine o gün için özel olarak el emeği ile yapılmış bir küçük hediye benim kutlama anlayışım.

Sevgililer günü hediyesi

Gelelim şimdi o gün için neler yaptığıma: Sevgililer günü için, daha iki gün öncesinden hazırlık yapıp kendim özel çikolatalar yaptım. Daha sonradan da bir kutu içine koyup hediye paketi olarak hazırladım.

Sevgililer günü hediyesi

Pasta olarak ise yine aynı şekilde pandispanyası vede kremasının kendi yaptığım kalp şeklinde bir pasta yaptım. Bu arada küçük bir not pasta süsündeki pembe kremayı gıda boyası ile değil nar suyu ile yaptım. Kimyasal gıda boyalarını bu günlerde dahi olsa kullanmamak gerek biliyorsunuz....

Ben bu şekilde hediyem vede masam ile hazır şekilde kocişkoyu beklerken; bizim ki son güne hediye alma işini bıraktığı için. O günde bana layık bir hediye bulamadığı için, en son çare olarak hediye alma işini bana bırakan bir koca ile karşılaştım. 20'li yaşlarda olsa idim kızar bağırır çağırır hatta onunla kavga dahi ederdim. Ama bu 30 yaş hayatımda bir sürü şeyi değiştirip, anlayış kapasitemi genişlettiği gibi eşimden hediye bekleme düşüncemi de değiştirdi. Onun hediye almamasına değil!... Hiç olmazsa düşünmüş almak istemiş ama bulamammış bu bile onun için büyük bir şey... Önceden olsa ya unutur, yada unuttum ayağına yatardı diyerek MUTLU dahi oldum. ;)

Çünkü benim için onun varlığı zaten ÇOOOK BÜYÜK BİR HEDİYE!...

2014 sevgililer günü yazım için tık tık

2013 sevgililer günü yazım için tık tık

2012 sevgililer günü yazım için tık tık

Hoşça kalın...

13 Şubat 2015 Cuma

PRATİK PATATESLİ BUZLUK BÖREĞİ

Eşim ve çocuklar börekte iç harç olarak patatesi çok seviyorlar... Gerçi son bir aydır Emir ıspanak vede peynir ikilisi karışımı da yemeye başladı  (çok şükür)  Ama genel olarak tüm ev ahalisinin en çok sevdiği tür patateslidir. O yüzden ben genellikle patatesli yaparım ama siz isterseniz iç harcını başka şekilde de yapabilirsiniz.

Bu tarifi, ben genellikle hazır yufkadan yaptığım tava böreği yada kol böreği tarifinden kalan yufkaları değerlendirmek adına önceden yapıp buzluğa atıyorum. Daha sonrasında evde yemek olmadı zamanlar yada ani gelen misafirlere hemen çıkarıp yapmak gibi... Zor zamanlar için bekliyorlar :)

Eee iki çocuklu bir blogger annenin bazen böyle günleri oluyor. O günlerde ilk baktığım yer buzluk; ''acaba zor zamanlar için hazırlanmış ne var'' diyerek ;)

PRATİK PATATESLİ BUZLUK BÖREĞİ

İsterseniz şimdi tarife geçelimde sizlerde boş zamanlarınızda evinizde olan yufkalardan yapıp buzluğa atın. Böylece çok lezzetli vede pratik bir böreğiniz BUZLUĞUNUZ YA DA DERİN DONDURUCUNUZ DA sizin zor zamanlarınızı bekliyor olur...

Patatesli Buzluk Böreği Malzemeleri

  • 4 adet yufka
  • 100 gram margarin
  • 2 adet yumurta sarısı

iç malzemesi için:

  • 3 adet patates
  • 2 yemek kaşığı tereyağı
  • 1 adet kuru soğan
  • Tuz ve karabiber

Patatesli Buzluk Böreği Nasıl Yapılır?

Önce iç malzemelerini hazırlamak için patatesleri haşlayıp daha sonrada soyun ve ezin. Bir tavaya tereyağını koyup eritin. Sonra eriyen tereyağının içine küçük küçük doğradığınız soğanları koyup kavurun. Soğanlar kavrulduktan sonra içine daha önceden ezdiğiniz haşlanmış patatesleri vede tuz ve karabiberini koyup sote-leyin.

İç malzemeler hazır olduktan sonra; hazır yufkalara sürülmek için margarini eritin. Sonra bir tezgaha hazır yufkalardan bir tanesini serin. Daha önceden erittiğiniz margarini o yufkanın her yerine gelecek şekilde sürün. Sonra margarin sürdüğünüz yufkanın üzerine ikinci yufkayı da serin ve o yufkanın üzerine de margarin sürün. Sonra bu yufkayı dört eşit parçaya bölün. Yada siz küçük küçük börekler yapmak istiyorsanız 6 veya 8 eşit parça şeklinde de kesebilirsiniz. 

Dört adet eşit parçaya kestiğiniz üçgenlerin geniş kenarlarına patatesli karışımdan koyup sarın. Diğer parçalarını da aynı şekilde sarın. Sonra bu sarma işlemini yaptıktan sonra kalan iki yufkaya da aynı işlemleri uygulayın. Tüm yufkalarınızı bu şekilde tek tek sardıktan sonra geniş bir kaseye su doldurun. Sonra sardığınız börekleri tek tek o suya daldırıp, çıkarın.  


PRATİK PATATESLİ BUZLUK BÖREĞİ

Tepsiye yada geniş bir saklama kabına yağlı kağıt,alüminyum folyo yada streç film serin. Suya batırdığınız börekleri birbirine değdirmemeye çalışarak dizin. Her sıradan önce yağlı kağıt, alüminyum folyo yada streç film serin ( böreklerin birbirine yapışmaması için ). Börekleri 2 yada 3 sıra üst üste dizebilirsiniz. Börekleri dondurucuya koyun ve dondurun.

Börekleri pişireceğiniz zaman;  Donan börekleri, çözülmeden önce tekrar suya daldırıp çıkarın ve yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizin. Üzerlerine yumurta sarısı sürüp, 180 derecede üzerleri kızarana kadar pişirin.

Hoşça kalın.

11 Şubat 2015 Çarşamba

BİRDEN BİRE UYANMAK KİTABI HAKKINDA VE CEMAAT ANLAYIŞI HAKKINDA Kİ YORUMLARIM

Yazar: Prof. Dr. Hüseyin Uysal

Sayfa Sayısı: 222

Yayın Evi: Erman Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.

cemaat hakındaki düşüncem, hangi cemaat haklı, tasavvuf kitabı, Allah inancı,

Birden bire uyanmak kitabı, bir tasavvuf kitabı bu kitapta mevlana celalettin ruminin sözlerinden biri olan ''ölmeden önce ölün'' sözünden yola çıkarak insanların uykuda olduklarını, ölünce uyanacaklarını ama bir an önce uyanın uyarısı ile; insanlara ölmeden önce uyanmaları gerektiğini belirtiyor.

Özellikle son dönemlerde dindar her kesiminin üye olduğu; yok Fethullahçılar/Süleymancılar/İsmail ağa cemaati/Nakşibenti Yahya cemaati/Menzinciler/Adnan Oktarcılar... Gibi... Ülkemizde bir sürü cemaat çeşiti var. Aslında hepsinin savunduğu şey Allah inancı, islamın şartı, imanın şartı gibi Peygamber A.S. ın sünneti ve farzları olmak olduğu halde; her cemaat kendilerinin savundukları dinin, hak din olduklarını diğer cemaatteki kişilerin savundukları şeylerin yalan-yanlış şeyler olduklarını söyleyip islamı bölme telaşındalar. Halbuki herkes bir olsa tüm kesin müslümanları kardeşi gibi görse; Bir cemaatin yanlışını herkese reklam etmek yerine o müslüman kardeşini herkesten önce sessiz sedasız uyarsa ve bu şekilde birbirlerine sürekli sataşmak yerine güllük gülistanlık geçinseler ne güzel olur. İslam bu şekilde kavga dini değil aksine kardeşlik sevgi dini olduğunu herkese göstermeliyiz. Böylece dünya üzeride İslam dinine karşı büyük bir hayranlık uyanır...

Bu kitapta özellikle savundukları görüş ve söyledikleri sözler tarafından yargılanan, işkence görüp idam edilen kişilerin aslında kalp gözleri açık olduğu için diğer insanlardan daha fazla şeyler gördükleri için onların görüşlerini göremeyen diğer kişiler tarafından ters olarak yargılandığını vurguluyor. 

Misal verecek olursak kitapta yer alan bir örneği olduğu gibi buraya aktarmak istiyorum: ''Bir söylentiye göre Hallac-ı Mansur'un, idam edilmeden önce yaptığı şu dua, aynı zamanda onun manevi seviyesini ihlasını da sergilemektedir:
-Allah'ım! Sen'in kulların, Sana olan yakınlıklarından ve dinlerine bağlılıklarından dolayı beni öldürmek için toplandılar. Onları bağışla. Çünkü senin, bana lütfettiğin sırları, onlara da nasip etseydin, hakkımda böyle düşünmeyeceklerdi. Eğer onlardan gizlediğin şeyleri, bendende gizlemiş olsaydın, böyle ifşaatta bulunmazdım. Ya Rabbi onları affet! Çünkü onlar beni Sana kavuşturdular...''

Yine aynı kitapta; İbrahim bin Fatik, Hallac'ı ziyaret için gittiğinde, kendisinin oğluna şu nasihatte bulunduğunu söylüyor:
''-Ey oğlum! Bazı insanlar benim küfrüme inanıyorlar, bazılarında veli olduğumu anlıyorlar. Küfrümü ilan edenler, veli olduğumu söyleyenlerden Allah katında ve benim nazarımda daha sevimlidir.''
Demiş ve oğlu 'niçin böyle söylüyorsun?' dediğinde ise oğluna: ''Veli olduğuma inanalar bana olan hüsn-i zanlarından dolayı; kafir olduğuma inanalar ise, dinlerine olan bağlılıkları sebebiyle böyle yapıyorlar. Dinine sadakat gösteren kimseler, sadece hüsn-i zan besleyenlerden Allah katında daha sevimlidir.'' demiş.

Gördüğünüz üzere belki bu cemaat-ta ki kişilerin savundukları bazı söz ve fikirler bize saçma geliyor ve o kişilere inanmak istemiyoruz. Çünkü bizim tek inanmamız gereken vede ömür boyu değiştirilmeyecek olan kutsal kitabımız Kur'an-ı kerim var. Orada ki yazanlar bizim için tüm insanların söylediklerinden daha çok değerli vede doğrudur. O sebepten diğer cemaat lideri gibi kişilerin bazı söylediklerini anlamamız vede onları yargılamamız çok normal. Çünkü bize gösterilen vede öğretilen kadar dini bilip, görmemiz gerekeni görüyoruz. Ama diğer taraftan aslında bizim gibi cemaat liderlerinin yaptıklarına fazla anlam vermiyorlar. Ama o cemaate inandıkları için, o lider diyorsa 'doğru diyordur' diyerek onun söylediğine kayıtsız inanan insanlarda var. Bu tür, sırf cemaati dediği için onun söylediğine inananlardan; o cemaatin söylediğine aklı ve fikri yatmadığı için inanmayanlar Allah katında daha değerli olduğunu söylüyor.

Aslında bu konu ile yazılacak o kadar çok şeyler var ki, şimdi o kadar çok yazıp siz değerli okurların gözlerini daha fazla ağrıtmak istemediğim için şimdilik burada nokta koyuyorum.

Bence birden bire uyanmak kitabı bu tarzda düşünenler alıp bir okusunlar. 

Hoşça kalın...

9 Şubat 2015 Pazartesi

BEBELER İLE TOPLU TAŞIMA ARACI MACERAMIZ

Arabasız büyük şehirde yaşamak bir işkenceymişte hiiiç haberimiz yokmuş ya!.. Vallahi ne yalan söyleyin,  (övünmek gibi olmasın ama) hayatım boyunca devamlı bir özel arabamız oldu o sebepten öyle büyük şehir arabalarıdır, dolmuştur pek binmedim. Ara sıra binmişliğim vardır oda öğrencilik yıllarımda. O yıllarda da sırf okuldan kaçmak için. Yoksa okula giderken de servisim vardı.

Hadi o zamanlar gençtik tek başımıza idik öyle çocuktur, elinde kocaman bir çanta olmadığı için toplu taşıma araçları ile yolculuk yapmak pek zor bir şey gibi gelmiyor. Hatta eğlenceli dahi oluyordu... Ama şimdilerde yolun yarısına iyiden iyiye yaklaşmış bir karı koca, üstelik birde öyle kapalı ortamlarda hemen sıkılan iki tane bebe ile bir toplu taşıma yolculuğu gerçekten de çook büyük işkence...

En son burada yazdığım dolmuş yolculuğundan sonra; dolmuşa bir daha binmedim. Ama eşimin, 'çocuklara değişiklik olur' diyerek hep birlikte gezmelere gidelim teklifi üzerine, belediye arabası ile gezmelere gitmeye karar verdik. Ne var canım bu dolmuş değil ya, dolmuş gibi dengesiz; giderken mıy mıy her durakta durup daha sonrada acaba müşteri gelecek mi diyerek en az 10 dakika o durakta oyalanacak. Daha sonrasında ise dönerken de sanki tabakhaneye .... yetiştirecek gibi son surat gidip. Müşterileri indirirken de müşterin daha bir ayağı yere değer değmez hareket etmeye hazır vaziyette ikinci ayağının inmesini beklemeden dolmuşun gazına basacak değil ya.. Cık kkk olur mu hiç öyle, olmaz!...

Eşimin dediğine göre öyle eskisi gibi saatlerde otobüs beklemekte yok, saatinde duraklarda olmak zorunda oldukları için öyle ne çok yavaş nede çok hızlı sürerlermiş. Peki öylemi derseniz? Evettt öyle bak, Allah var tam saatinde otobüs durakta oldu. Ohhh koltuk boştu da hemen koltuklara ailecek bir güzel kurulduk da... Ohhh var mı bizden keyiflisi?.. :) Derken yine otobüs dolmaya başladı.. Eeee tabi dolacak babamızın özel arabası değil ya, önce çocuğun birini kucağımıza alıp birine yer ver. Daha sonrada diğerini alıp bir başkasına yer ver derken, çocukların ikisini de kucaklarımıza alıp yolculuğumuza devam ettik. Tamam o kadar da olsun adı üstünde toplu taşıma aracı; o sebepten dolması çok normal, ama benim büyük oğlanın midesi bunu anlamıyor ki. Çocuğun yüzü gözü yine kireç gibi oldu. Kustu kusacak durumunda ben yine içten içe okuyup üflemelere, dualar etmeye başladım.
-Allah'ım yalvarıyorum sana kusmasın da; rezil olmadan bu otobüsten inelim diyerek. Yüce yaradan ne kadar büyük ki, benim gibi günahkar bir kulunun dualarını dahi kabul etti. Sorunsuz şekilde gidişi yaptık....

Evett gidişi yaptık ama ya bunun dönüşü... Pufffff bunun dönüşünü, ailecek düşündükçe afakanlar basmaya başladı. Hatta bir ara Emir: ' Anne hiç bir yere gitmeden hadi tekrar eve dönelim de kurtulalım bu düşünceden' dedi... :)
-Aaa hiç öyle olur mu oğlum daha dur önce bir alış-veriş yapalım (aklımızda yeni ev için antreye yolluk alma fikri var) daha sonradan Emrelere gideceğiz. Bak haber verdik bizi bekliyorlar. Daha sonra gideriz, hem zaten akşamları da otobüs boş olur. demi babası...

'Demi babası' dedim ama ne babanın yüzüne bakıp nede onu dinliyorum.  Öyle lafın gelişi soruyorum. Zaten dönüş korkusu var birde bu korkuya 'yok olur mu akşamları daha çok dolu olur' gibi bir kötü söz duyarak günümü rezil etmek istemiyorum. Sonra o dükkan senin, bu dükkan benim hepsini dolaştık ama ne ben bir halı beğenebildim. Nede o halıyı o otobüs ile eve götürmeye gözümüz yemedi. O sebepten;
-Amannn boş ver bizim semtte sanki hiç yolluk yok mu oradan alırız. Boş ver şimdi yolluğu diyerek yolluk almaktan vazgeçtik. Hatta tek yolluk almak değil, her şey almaktan vazgeçtik. Nedeni ise kendimize hiçbir şeyi yük etmek istememiz. ;)

Emrelere gidip önce çay daha sonra yemek, sonra yine çay içerek bir 3-4 saat durduk sonra yolcudur abbas yol versen durmaz diyerek tekrardan kabuslu toplu taşıma yolculuğuna doğru yol aldık. Bu arada Emregilin evinin yakınında da bizim oraya giden otobüs yok. Onun için merkeze gitmen lazım. 'Merkeze gitmek için acaba dolmuşa binelim mi? ' dedim. Veee der demez ağzımın payını aldım. ''Yoook dolmuşa bir daha binmezlermişşş''. İyi siz bilirsiniz, o kadar yolu yürümek isterseniz yürüyelim. benim canıma minnet. Ben yürümeyi severim. diyerek yürümeye başladık. Hani fenada etmedik konuşarak, güle, oynaya merkez durağa kadar yürüdük. Sonra o durağa gelince durduk. Emir:
-Anne otobüse de binmeyelim bu şekilde evimize kadar yürüyelim mi diyerek biraz tutturdu...

Ama daha sonrasından ona böyle bir şeyin mümkün olmayacağını evimizin çook uzak olduğunu söyleyerek onu zar zor ikna ettik. Neyse efendim daha fazla uzatmadan saadete geleyim, bir 15 dakika bekleme sonucu tam orada yazılan saatinde otobüs yine durakta oldu. Hııı bak söylemeyi unuttum bu arada durakta da en az 20 kişi var. Ama ben ''herkes bizim oraya gidecek değil ya'' diyerek. Kendi kendime teselliler veriyorum. Ama içimden bir seste herkes bizim beklediğimiz otobüsü bekliyor diyor... Ama o sesi duymazlıktan gelip resmen kendime yalan söylüyorum.. :)

Otobüs durunca o durakta ki herkes otobüsün kapısına yönelmesin mi? Bir Allah'ın kulu da başka otobüs beklesin... Yok!.. Durakta ne kadar insan varsa hepsi o otobüse binmek için kuyruk oluşturdu. Bizde o kuyruğun ortalarındayız. Otobüse bindik, tabi doğal olarak yer yok, ayaktayız. Yanımızda çocuklarda var. Ben çocuklar ezilecek diyerek korkuyorum.'' Eşime acaba tekrar insek mi?'' dedim. Ama ne mümkün bırak inmeyi sağ tarafından sol tarafına dönmek mümkün değil. Sonra Allah'tan duyarlı kişilerden biri önce Efe'yi kucağına aldı. Daha sonrada bir başka biri de Emir'i kucağına alınca ben bir rahatladım. ''Tamam çocuklar oturdu ya bizim için sorun yok.'' Diyerek. sonrasında ayakta insanları izledim. gençlerin kulaklarında bir kulaklık, ya oyun oynuyorlar yada mesajlaşıyorlar ayakta o şekilde oldukları yerde durmuşlar başka bir aleme uçmuş vaziyetteler. Etraflarında ne olup bitiyor bi haberler, kıyamet kopsa duymayacaklar o vaziyetteler. Onların o hallerini gördükçe benim kuzularımda büyüyünce bu şekilde mi olacak diyerek bir tırstım hani...

Orta yaşlı kadınlar ise kendileri gibi kadınlar ile sesli sesli, o halde dahi dedikodu yapmakta. Çocuklar ise yüksek sesle anne babaların ikazlarına rağmen, sürekli komik sorular sormakta. Kimisi ise, o gürültü vede kalabalık içinde telefon görüşmesi yapmakta. Zaten en çok anlayamadığım durumda o. Sesli bir ortamda nasıl konuşup karşı tarafı duyuyorlar kesinlikle anlamam. Birde kendileri de sessiz sessiz konuşuyorlar. Yanında olan ben bile duyamazken karşı taraftaki kişi onun sesini nasıl duyuyor hiç anlamadım. Ya benim kulaklarda problem var, ya onların kulakları çok hassas. ben olsam kesinlikle öyle yerlerde telefon ile konuşamam :)

Birde otobüsün orta kapısında binen kişilerin elden ele ak-bil uzatmaları vardı ki. Oda bir başka komik durum. Elden ele gelen ak-bil en sonunda otobüse bir tek basımlık basılıp. tekrardan elden ele o kişiye hiç bir şekilde arada kaynama olmadan eline gelmesi de gerçekten de taktire şayan bir durum. Biz millet olarak aslında çok dürüst insanlarız... Bu arada bazı kokoş kız ve kadınlarda sanki parfüm sıkmamış, parfüm banyosu yapmış gibi otobüs bayılıyor. O kadar kişinin ter kokusunu ise hiç söylemiyorum bile...

Parfüm ve ter kokuları, yüksek derece oluşan bir uğultulu ses ile 1.5 saatlik otobüs yolculuğundan sonra nihayet evimizin hemen önünde olan otobüs durağına geldik.. Otobüsten inip eve gittiğimde ise ne kulağımı, nede burnumu hissedebiliyordum. resmen duyma ve koku alma duyularımı kaybetmiş biz vaziyetteydim. Bir saat sonrasında da halen duyularıma kavuşamayınca çocukları yatırma işini eşime havale edip bende hemen kafamı yastığa koyar koymaz rüyalar alemine dalış yaptım.

Böylelikle çocukla dolmuş yolculuğu kadar, otobüs yolculuğunda kabusmuş, bunu anladık... Bundan sonra öyle kolay kolay toplu taşıma araçlarına hele birde çocuklar ile bineceğimi sanmıyorum... ;)



Hoşça kalın.


6 Şubat 2015 Cuma

İNCİR UYUTMASI TARİFİM

İncir uyutması; benim çocukluk yıllarımda annemin tabiri ile sütlü tarifini bugün sizlere vermek istiyorum...

Bu tatlıyı; eşim ailesi ile birlikte beni istemeye geldiklerinde onlara hazırladığımız akşam yemeğinden sonra tatlı olarak incir uyutması yapmıştık. O gün yaptığımız bu tatlıyı ilk defa yiyen eşim ve ailesi, özellikle kayın validem olmak üzere bu tatlıya bayılmışlar. Hatta ara ara 'o tatlı çok güzeldi. Ben hayatımda daha önceden hiç öyle bir şey görmemiştim. Ama o günden sonra sizin sayenizde incir uyutmasını öğrendim' diyerek ara ara dile getirir. Tabi o bunları söylerken benim ağzım kulaklarımda büyük bir sevinç duyarak dinlerim... Eee bildiğiniz üzere kayın valideden bir gelin olarak takdir almak her zaman pek mümkün olmuyor.o sebepten bu anların tadını çıkarmak gerek... :D

İNCİR UYUTMASI TARİFİM

Ufaktan da bu tatlı ile ilgili güzel ve küçük bir anımı da paylaştıktan sonra, isterseniz şimdi de kayın validemin öve öve bitiremediği bu incir uyutmasının tarifine geçelim.


İNCİR UYUTMASI MALZEMELERİ
  • 1 litre süt
  • 15 adet kuru incir
  • 1 su bardağı şeker

İNCİR UYUTMASI HAZIRLANIŞI

Öncelikle kuru incirlerinizin yumuşaması için üzerine kaynar su döküp yarım saat kadar kaynar suda bekletin ki. İncirler iyice yumuşasın. İncirleri beklettikten sonra bir bıçak yardımı ile küçük küçük doğrayın.  Daha sonrada bir tencerede süt ve şekeri kaynatın.  Kaynattığınız sütten bir su bardağı alıp doğradığınız incirlerin üzerine dökün. Sonrada bir blendir ile ezin.

incir uyutması yapılışı


Bir blendir yardımı ile yada eski anam babam üsülü olan  (ben genellikle o şekilde yapıyorum) bir tahta kaşığın arka kısmı ile incirlerinizi iyice ezdikten sonra. İncirleri süte ekleyip iyice karıştırdıktan sonra tatlınızı kaselere boşaltıp 2-3 saat kadar oda ısısında üzerini havluyla örterek dinlendirin. B arada bu tatlınızın tutması için sıcaklığı iyi ayarlamanız lazım. Yoksa diğer türlü tutmayabilir. Tıbki bir yoğurt mayalamış gibi sararak bekletin...Sonra da buzdolabına kaldırın.

incir uyutması yapılışı


Bizim çok severek tükettiğimiz bir tatlı olduğu için, ben incir uyutmasını ara ara eşim ve kendim için yaparım.

incir uyutması nasıl yapılır?



 Ben bu tatlıyı her yaptığımda rahmetli anacığımın bize yaptığı sütlü aklıma gelir. Ve onun yaptığı tatlıyı çoook özlerim... Gerçekten de ana yemeği ve tatlısının yerini hiçbir şey tutmuyormuş bunu çok iyi anladım... :(



Hoşça kalın.

5 Şubat 2015 Perşembe

HER ÇOCUK ÖZELDİR FİLMİNİ İZLEDİK VE BİZİM BU FİLMDEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Çocuklar ile 15 tatil de birlikte bir şey yapmak arasında en çok hoşlandıkları şeyler birlikte film izlemek. Özellikle animasyon yada çocuk konulu filmlere bizimkiler bayılıyor. Akşam yemek ve çay faslından sonra Emir hemen eline Tv kumandasını alıp internet bölümüne geçip oradan hemen babası ve bana dönüp:
-Bugün ne izleyelim?.. Diyor.

Biz babası ile birlikte ''bugün film izlemeyelim sürekli film izlenmez'' diyerek önce kendimizi bir naza çeksekte; Efe ile birlikte yapılan ''ne olur, ne olur, ne olur...'' şekildende güfte ve sözüni kendileri yaptıkları bir nakarat tutturuyorla ki. En sonunda biz pes bayrağını sallayıp. Çocuklar ile birlikte izlenmesi gereken film listemizden bir tane film söyleyip onu açıyoruz...


HER ÇOCUK ÖZELDİR

Aamır Khan'ın yönetmenliğinin yaptığı her çocuk özeldir filmi; son derec eğitici vede öğretici bir film. Bence bu filmi özellikle anne ve baba olan herkes izleyip. Ona göre çocuklarını değerlendirmeli. Çünkü eğitimciler vede anne babanın tabiri ile ''yaramaz, haylaz'' çocukların aslında derinde yatan bir sebep vardır. Ya bir sağlık problemi, yada psikolojik bir etken yada kendini duyurma vede kanıtlama çabası olabilir.

Bu filmde de dileksi hastası bir çocuk olan Isahaan'ın; anne, babası vede öğretmenlerin anlamayıp. O çocuğa sürekli tembel ve haylaz gözü ile bakılıp o şekilde yargılanması sonucu çocuk, herkesten kendini soyutlayıp, anne ve babası dahil kimse ile konuşmayıp, sürekli etrafına karşı bir agresif hareketler sergilemekte. Bu filmde de anladığımız üzere, toplumun anlayış ve disiplinine göre farklı olan kişileri; biz millet olarak hemen dışlayıp, yargılıyoruz. Halbuki yatılı okulda ki vekil resim öğretmeni gibi o çocuğu anlayıp onunla ilgilenip, onun  kapasitesine göre öğretmeye çalışsak sorunlu bir çocuğu kazanıp belki ilerleyen yıllarda bir dahi çıkmasına yardımcı olmuş oluruz. Hatta filmde resim öğretmenin İsahaan'ın babasına anlattığı bir hikaye bu filmin çok güzel bir özeti:
Ağaca Bağırmak
Solomon adalarında yaşayan yerlilerin ilginç bir ağaç kesme yöntemi olduğunu biliyor muydunuz? Elektronik testere gibi teknolojik nimetlerden mahrum olan yerliler, baltayla kesemeyecekleri kadar kalın bir ağacı üfleyerek deviriyorlarmış… Evet, yanlış duymadınız, üf-le-ye-rek. Baltayla deviremeyeceklerini düşündükleri ağacın karşısına hep birlikte dizilip bir ağızdan ağaca kötü sözler fısıldıyorlarmış. Bunu yaparken her bir ağacın içinde bir ruh taşıdığına inanıyorlarmış. Kötü fısıltıların bu ruhu güçlendirip ağacı terk etmesini bekliyorlarmış. Ve haklı da çıkıyorlarmış. Bir süre sonra ağaç kurumaya yüz tutuyor, ardından da devriliyormuş…
İnanamayabilirsiniz… Ancak Solomon adası yerlilerinin ağacın içinde farz ettiği ruhun insanlarda da olduğuna bir inanabilsek… Ve onları baltadan çok kötü sözlerin devireceğine…
Kaynak: NLPHABER
 Bence bu hikayeyi her eğitimci vede anne baba bilip ona göre çocuklar ile iletişime girmeli diye düşünüyorum.

Biz bu filme dün akşam izledik. Sabah Emir kalktığında bana ilk sorduğu soru:
-Anne dileksi hastalığı ne demek oldu???
 -Şimdiki çocuklar aslında bizim düşündüğümüzden daha çok zeki vede kavrama yetenekleri fazla filmi izlediğinde hemen dileksi hastalığını duymuş ve nasıl bir hastalık olduğuna merak etmiş.

Ben onun yaşlarında iken bırak dileksi hastalığını bilmeyi; daha nezle ile gribi birbirinden ayırt etmeyi bilmiyordum. Gerisini siz düşünün artık...

Çocuklar ile birlikte izlediğim diğer filmler yazımı okumak isterseniz sizleri buraya alayım...


Hoşça kalın.

3 Şubat 2015 Salı

15 TATİLDE BİR ANNE NASIL ZAYIFLAR?

15 Tatil olduğu günden itibaren, resmen günleri karıştırdım. Sanki bana göre her gün hafta sonu gibiymiş gibi geliyor . Sabah erken kalkma derdi yok, geç saatte kalk, daha sonra birde ayılmak için evin içinde deli danalar gibi dolaş. Sonra gün yarı olsun kahvaltı yap. Bu seferde yarım saat masada aheste aheste çocuklar ile birlikte kahvaltı yap. (Dikkat ederseniz buraya kadar her şey ne kadar güzel gözüküyor... Siz birde bundan sonrasını okuyun....)

Kahvaltı bitince çocukları mutfaktan odalarına gönder. Sen bir yarım saat kahvaltı başında sıcak çay içerek, kitap okuma keyfi yaşamaya çalış. Çalış diyorum çünkü bu tatil boyunca devamlı elime büyük bir heves ile aldığım kitabımı. yine elimden ani bir hızla hemen geri bırakmak zorunda kaldım(!)...

Çünkü ben ne zaman elime bir kitap alırsam bir sayfasını ya okur ya okumaz, hemen çocukların bağrışları, kavgaları başlar. Önce bir oralı olmam ''amannn! Sultan onların seslerini duyma, sen araya karışınca senden yüz alıp kavgalarını daha da uzun tutup, kolay kolay barışmıyorlar'' diyerek. Ama duymamak elde mi? O gürültülere tepkisiz kalmak için kulağına bırak pamuk tıkamayı, lavabo tıkacı ile tıkasan yine kar etmez. Öyle bir bağrış vede gürültü var ki ben olaya müdahale olup onları susturmasam, apartmanda ki sakinler mahallede harp çıktı sanıp hepsi sesin geldiği yeri bulmaya çalışır. :)

Neyse yeni komşularımı  daha fazla korkutmadan ben bu gürültünün sebebini anlayıp sorunu bir çözeyim diyerek istemsizce de olsa çocukların odalarına gidiyorum. '' Sorun ne?'' Büyük diyor ki... ''anne kardeşim benim boyalarımı benden habersiz çantamdan almış. Şimdi de çantama geri bırakmıyor'' Hemen küçüğe soruyorum... ''Senin boyaların yok mu? Sen neden abinin boyasını habersiz alıyorsun. Çabuk yerine bırak'' Küçüğün hemen dudağı sarkmış.'' Ama benim kırmızı boyanın ucu açık değildi, onun için oradan aldım daha sonra koyacaktım.Ama ama abim beni kızdırdı'' Göz pınarlarından yaşlar oluşmaya başlamış, ağladı ağlayacak modunda... Onun o halini görünce kıyamıyorum da ama bir şey demesem bu sefer büyük sen hep Efeden yana oluyorsun diyecek... Pufffff ne yapacağımı şaşırmış bunları nasıl barıştırırım acaba diyerek düşünmeye başlıyorum. Düşün düşün düşün.... Yok bir çare aklıma gelmiyor. Güzellikle ''hadi oğlum sen abinin boyasını yerine koy bir daha habersiz alma uçlarını ben açarım bana ver... '' Dedim. Benim küçük aksi... Omuzlar yukarı aşağı banane banane diyor.

Efeye kötü bir bakış atıp Emir'in boyasını, çantasına koymaya koyulunca Efe hemen ''tamam tamam bana ver. Ben koyarım.'' diyerek elimden kapıp Emir'in çantasına koyuyor. (Ah kuzum bunu abini ve beni kızdırmadan önceden yapsan olma mı..)

Hemen hemen HER GÜN en az bir posta, yukarıdaki sebep ve çözümlere benzer bir kavga ortaya çıkıyor bir, iki saat bu sorun ile uğraş, sonra çöz derken saat 13.30 olmuş oluyor hemen bir öğlen namazı kıl. Sonra önce yataklar daha sonra ise evi topla... Derken benimkilerin karnı yine acıkmış oluyor. Onların karnını tekrar doyur sonra onlar yine derin bir oyuna dalmışken bir iki satır makale bari yazayım diyerek bilgisayarın karşısına otur. Ama yine tam konuya adapte olamadan başımda biri bir şeyler soruyor oluyor... Ona cevap ver gönder. Daha sonra kafanı tekrar topla yine yazmaya başla bu sefer küçük ''anne bu boyamın ucu kırıldı onu aç'' diyerek elinde bir boya ve birde kalem tıraşı gelir. Git mutfağa onu aç onu gönder. Sonra yine aynı şekilde kafanı toplama çalışırken, daha toplayamadan küçük yine gelir ''Anne silgim yatağımın altına kaçtı onu bul'' Benim sinirler iyiden iyiye gerilir. Ve hemen bilgisayarı kapatıp ''tamam ya yazmayacağım diyerek '' çocukların yanına gidip onlarla biraz oyna, sonra büyüğe ders çalıştır, küçüğe ise cüz çalıştır derken zaten akşam oluyor. Sonra mutfağa girip akşam için yemek hazırlamaya bir koyuluyorum ki tüm zaman kavramını unutup sadece mutfakta yemek yaparak kendime terapi yapıyorum...

Bizde 15 tatil bu şekilde geçiyor... Havaların çok soğuk olması vede birde üstüne üstelik bu apartmanda henüz hiç arkadaşlarının olmamasından dolayı şuanda tamamen bana sarmış durumdalar. Sürekli benimle oyun oynamak benim çevremde olmak istiyorlar. Kendi başlarına bir oyuna başladıklarında en fazla bir saat sorunsuz oyun oynuyorlar daha sonra ise hemen arkasından önce bir artçı deprem, hemen onun arkasında da büyük bir deprem olmuş gibi, bir gürültü ve kavga ortaya çıkıyor. Odalarının günde 15 kez toplayıp 16 kez dağıtılmasından ise hiç bahsetmiyorum bile...

Çünkü benimkilerin birlikte oyun oynama kavramlarındaki oyunlar kısıtlı... Onlara göre birlikte evin içinde top oynamak, yada önce tamam onayacağımız oyuncakları döküp oynayacağız diyerek sırası ile tüm oyuncaklarını odalarına, daha sonrada oyuncaklarını salona kadar dökerler. Sonrada oyuncakları ''yok sen topla, yok ben topla şeklinde kavgalar başlar'' Ama ikisi de aynı anda birlikte toplamayı bir türlü yapamazlar. Hımm bak haklarını yemeyeyim ara sıra yaptıkları anlar oluyor. Ama o anlarda ise birlikte oyuncakları toplayınca bilgisayarda oyun oynayacak oldukları zamanlar olduğu için maalesef ki pek sık olmuyor.

Biz bu şekilde tempolu bir 15 tatil içinde olduğumuz için ben onların kavgalarını durdur, onları barıştır, sonra döküp-dağıttıklarını topla şeklinde peşlerinde sürekli bir hareket halinde olduğum için bugün sabah tartıya çıkıp kiloma bakınca gördüm ki; 1.5 kilo vermişim. Kilo vermek isteyenlere buradan sesleniyorum kilo vermek için diyette neymiş pehhhh, siz gelin bizim eve çocuklar ile birlikte bir 15 gün geçirin. Yemin ederim en az 2 kilo vermiş şekilde bizden ayrılırsınız.... :)



Hoşça kalın.